Kuran'da kâfir Kavramı ve İbrahim nebi
Kafirlik kavramı kapsamına girecek sorular sıklıkla sorulan sorulardandır. En bilindik soru ise "Kuran'dan haberi olmayan insanlar sorumlu mudur?" Sorusudur. Bu soruyu sormak, cevabını bildiğin soruyu sormak ile eşdeğer kanaatimce. Kimse "evet, haberi olmasa, ona ulaşmasa da sorumlu" cevabını beklemeyecektir. Fıtri olarak insan bunu zaten bilir. Haberi olmadığı halde vahiyden sorumlu tutan bir tanrıyı fıtri olarak kimse kabul etmeyecektir. Bunu soranların, sorumlu olmayacaklarının söylenmesini beklediği aşikardır.
Zümer/71
وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ
... Onun bekçileri onlara "Size içinizden; rabbinizin ayetlerini takip eden/izini sürerek okuyan, sizi karşılaşacağınız o güne karşı uyaran resüllerimiz gelmedi mi? dediler. Bunlar da"Evet(geldi)" dediler. Fakat azab sözü Kâfirler üzerine gerçekleşmiştir.
Burada zaten açıkça, resüllerin gelme şartı olduğu belirtilmiş.
İsra/15
مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً
Kim rehberliğe uyarsa kendi benliği(nefsi) için rehberliğe uyar. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ve hiç bir yük taşıyıcı diğerinin yükünü yüklenmez. Biz Rasül göndermeyi başlatmadıkça azab edici değiliz.
(Burada "göndermeyi başlatmadıkça" diye meal vermemin sebebi نَبْعَثَ geçmesi. "Hareket halinde olmayan bir şeyi istediğin yönde hareket ettirmek" demektir. Ersele fiilinin aksine bir şeyin başladığını bildirmesi lazım)
Burada da rasül göndermeyi başlatmamışsa, vahyini duyurmamışsa azab etmeyeceğini söylüyor. Bu da tabiki vahyin bilgisi ile ilgilidir. Vahiyden sorumlu olmasa da fıtrattan sorumludur haberi olmasa da.
Rum/30
فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Sen yönünü, Allah'ın meyledilen fıtrat dinine doğrult. İnsanı ona göre yaratmıştır. Allah'ın tasarlayarak vâr ettiğinin yerine geçecek olmaz. Tamamen doğrultan din budur. Fakat insanların çoğu anlamazlar.
( Burada "tasarlayarak var etme" خَلْق kelimesi. Aslı tasarlamaktır ve daha önce olmayanı yapmaktır. "İnsanı ona göre yaratmıştır" mealinde فطر fiili geçer. Tasarlanan şeyi vücuda getirme olan(yoktan var etme olmayan) yaratma olması lazım)
Allah insanı din olsun veya olmasın fıtrata meylettirdiğini söyler. Doğru dini buna göre anlamamızı da söylemiştir. Yani din olsun olmasın fıtrat bellidir ve Allah fıtrata meylettirmiştir. O yüzden dini bilmeyenler dinden olmasa da fıtrattan sorumlu olmalıdır.
Bu sorunun kesin yanıtıdır. Fakat kâfirlerin tam olarak kimler olduğu Kuran'dan araştırmalıdır. Mesela dini yanlış bilenler veya idrak edemeyenler sorumlu mu? Ne yapanlar kâfirdirler gibi sorular. Kâfir kavramını ele almak gerekiyor en başta
كَافِرٌ/Kâfir kelimesi كفر/kef-fe-ra kökünden gelir. Aslı "örtmek" tir.
كََفَرَ الزَّارِعُ الْبَذْرَ بِالٌدتُّرَابِ/Çiftçi tohumu toprak ile örttü
Çiftçiye de toprağa ekerek örttüğü için كَافِرٌ/kafir denmiştir. Yani tam kelime anlamı "Örten" demektir.
Diğer yan kök anlamları ise "inkar etmek, nankörlük etmek", şeklindedir.
كَفَرَ النِّعْمَة/ mota mot olarak "Nimeti/lütfu örttü" olan bu kelime nimete karşı nankör olduğunu, nimeti görmezden geldiğini ifade eder. Nankör anlamı da bu gibi kullanımlardan gelir. Bu kelime kökü Allah için de kullanılmıştır aslında. "Günahları affetme, silme, görmezden gelme" anlamında.
Ali imran 195 te ifade aynen şudur.
لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ/Elbette onlar hakkında kötülüklerini örtücüyüm/örterim
Burada kötülüklerini affetmeyi ifade etmek için kullanılmış.
Ankebut 47
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ فَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمِنْ هَؤُلَاء مَن يُؤْمِنُ بِهِ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الْكَافِرُونَ
Böylece sana o yazıyı(kitap) indirdik. Bu yüzden yazı verdiklerimiz ona güvenirler. Şu kimselerden ona güvenecekler vardır. Kâfirlerden başkası ayetlerimizi bile bile inkar etmez.
Bu ayette يَجْحَدُ/ yechedu muzari fiili geçer. Kökü جحد/cim- ha- dal olan bu kelime sözlükte "bile bile inkar, inadına inkar etmek" olarak geçer.
İsfihani sözlüğünde ise "Kalpte ispatı yerleşmiş olan şeye karşı tavır almak" denmiştir. Yani kendisine ispatlandığı, ve onun doğru olduğunu bildiği halde bunu inkar etmek demek. Bu kelime Kâfir'in ne olduğunu tanımlamak için kullanılmıştır. كَافِرٌ kafir kelimesi de zaten örten/gizleyen demekti. Bununla beraber Kâfirin Kuran'daki tam karşılığı "doğru olduğunu idrak ettiği halde bildiğini gizleyip inkar eden" demektir. Bu anlamda Kâfir'in en başta bilincinde olanı gizlediği ve ayetleri bilerek inkar ederek gerçek olanı gizlediği şeklindedir. Ayetlerin kendisini örtmeye çalışanların Kâfir'in alt konumu olarak almak lazım. Her kâfir bilinçli halde inkar eder ama her kâfir dinin kendisini gizlemeye uğraşmaz."
Enam/33
قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ
Elbette söylemiş oldukları o şeyin kesinlikle seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar.
Burada da aynı kelime kullanılmış. Zâlim kelimesinin de asıl anlamı "Karartan" demektir zaten. Burada zalimler için de Allah'ın ayetini bildikleri halde inkar ettikleri geçiyor.
Araf/151
قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ
Dinlerini oyun ve eğlence edinmiş, dünya(aşağı-önceki) hayatı kendilerini aldatmış olanları, ayetlerimizi bile bile inkar etmiş olanları o gün, karşılaşacakları günü unuttukları gibi biz de bu yüzden unuturuz.
Neml/14
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
Ondan kendi benliklerinde kesin emin oldukları halde, haksızca(zalimce) ve büyüklenerek bile bile inkar etiler. Bak bozguncuların akıbeti nasıl oldu?
Bozguncu diye çevrilen kelimenin kökü فسد ve sağlam olan şeyi bozmaktır. Salih ise tersi, bozuk olan şeyi düzeltmektir.
Ayetler çok açık ortaya koymaktadır aslında bu durumları. Bozgunculuk yapanlar da bildiği halde yapıyorlar. Zaten gerçeğine vâkıf olmadığın şeyi bozmak zordur. Bugün rezalet mealler verenler, arapça bilmeyen, arapçaya vakıf olmayan insanlar değillerdir. Vakıf olmayanlar zaten hemen belli olur. Ama bu insanlar buna vâkıf oldukları için belli etmeden bozup karışıklık çıkartmasını iyi bilirler. Yeryüzünde fesat çıkaranlar da yeryüzünü iyi bilen, nasıl işlediğinden doğadan haberdar olanlar oluyor. Bozguncuların ve zalimlerin de gerçekten haberdar oldukları açık zaten. Zalim'in en temel manası da karartandır. Gerçekleri insanların görmemesine sebep olan. Bu karartmaya karşı da Allah'ın kendi nuru(ışığı) olduğu söylenir. Kâfir ile müşrik kavram olarak eşit sayılır. Halbuki müşrik kâfir'in kapsamı altındadır. Müşrik kelimesini genelde "ortak koşan" olarak biliriz. شرك kökü ortak olmak anlamına gelir. مُشْرِكُ Müşrik ise ortak olan demektir. Allah'ın dininde ortaklık kurmaya çalışan insanlar fiil olarak ta ortak yapanlar vardır. Yani Allah'ın dininde yeni kural uyduran veya o kuralları geçersiz yalanlar ve ona uyanlar, destek çıkanlar.
Kehf/26
وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا...
...O kimseyi hükmüne ortak etmez.
Allah'ın hükümlerine ortak olmaya çalışanlar müşriklerdir.
Tevbe/37
Haram ayların yerlerini değiştirip ertelemek, küfürde ileri gitmektir ki gerçeği yalanlayan nankörler onunla saptırılır. Onlar, Allah'ın haram kıldığı aylara denk getirmek için bu ertelemeyi bir yıl helal sayarlarken bir yıl sonra haram sayarlar...
Görüldüğü gibi Allah'ın dininde değişiklik yapmaya, saptırmaya ve kendi hükümlerini Allah'ın hükmü göstermeye çalışırlar.
Ali İmran/78
وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Kesinlikle onlardan ayrı bir bölümü o yazıyla(kitapla) dillerini eğip bükerler, o yazıdan sayasınız diye. Oysa o yazıda yoktur. Ve " O Allah katındandır" derler. Oysa o Allah katından değildir. Allah'a karşı biliyor oldukları halde yalan söylerler
Tam da müşrik özellikleri. Zaten müşrikler de kendilerini iyi bilen insanlar. Kuran'da anlatılan insanların, bilinçli şekilde yaptıklarını görebilirsiniz.
Kısacası müşrikler, başka ilahlar edinmenin yanı sıra aslında kitaba ortak olurlar. İşte müşrikler kafirlerin bu kısmıdır.
Bakara/6
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle gerçeği bildiği halde inkar etmiş olanları uyarsan da uyarmasan da eşittir. Onlar güvenmezler.
Bir söz vardır. Uyuyanı uyandırırsın ama uyuyor numarası yapanı uyandıramazsın. Kâfirler de o şekildedir. Zaten Allah'tan geldiğinin farkında oldukları için uyarıp uyarmamak bişey fark etmez. Zaten bildiklerini gösteren bir ayet te burasıdır. Bu insanların uyarıldıkları halde inanmaması bir sonraki ayete dayandırılır, halbuki aslı öyle değildir.
Bakara 7(Bayraktar Bayraklı)
Bu nedenle Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir perde çekilmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.
Burada kritik nokta "قَُلُوبُهُمْ/kulubuhum daki قُلُوبٌ/Kulub kelimesine verilen manadır. قلب/kaf-lam- be kökünden قَلْبٌ/"kalb" kelimesinin çoğuludur. Vücudumuzdaki kan pompalayan organa bu ismi vermişlerdir. Kanı vücutta devri daim ettirir, yani döngüler. Bu kelimenin kök manasına bakacak olursak "alt üst etmek, altını üstüne çevirmek, çevirmek, devirmek değiştirmek" şeklindedir. قَلَّّبَ/kallebe şeklinde karıştırmak anlamı da vardır.
تَقَلَّبَ/ tekallebe şeklinde ise "dönüşmek, bir halden diğer hale geçmek, değişmek" anlamlarına gelir.
اِنْقِلابٌ/İnkilab. inkılab kelimesi de bize geçmiş. Bir şeyi başka şeyle değiştirmek. Bir sistemi yeni bir sistemle değiştirmek
تَقَلُّبٌ/ ise değşim, değişme demektir.
قَلْبٌ/kalb kelimesine, kanı sürekli olarak döndürüp durduğu için bu anlam verilmiştir. Yani iştiare anlamıdır. O organa her ne kadar bu isim uysa da, burada bahsedilen organ değildir. Akıl veya duyu da değildir veya Kuran kalbi düşünme organı sanmamıştır.
قَلْبٌ/Kalb kelimesinin buradaki karşılığı birebir "Döngü" dür. Bu ayette de sürekli halde bir işleyişten bahsetmektedir. Kalb genelde aklın bir özelliği olarak kullanılır. "Yanlış bilgiyi doğru bilgi ile değiştirme özelliği". Ama bir kelime her zaman geçtiği yere göre anlaşılır. Fakat burada 'devri daim eden bir işleyiş' söz konusudur.
Bakara/8
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
İnsanlardan kimisi güvenmedikleri halde halde, "Allah'a ve Sonrası(ahiret) gününe güvendik" derler.
Şimdi burada, Kâfirlerden bahsetmiyor diyenler olacaktır belki. Birincisi burası münafıklardan ilk defa bahsedildiği yer. Bunu zaten anlıyoruz. İkincisi ise münafık, kâfir kavramının bir altıdır. Kafir bildiği halde inkar eden iken, münafık ise gizliden gizliye güvenmeyip ihanet içinde olanları. Bakara 6 daki insanların bu kısmından ilk defa bahsedilmiştir. Müşrik, münafık, zalim, bozguncu... Gibi imandan uzak olanlar hep kâfir kavramındadır.
Bakara/9
يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar Allah'ı ve güvenenleri kandırmaya çalışırlar. benliklerinden başkasını kandırmazlar. Ancak hissetmiyorlar(algılamıyorlar)
Allah'ın bu işleyişlerini mühürleyip planlarını boşa çıkarması söz konusudur. Bakara 7 ahirete inanç konusunda değil dünyadaki planlarının işleyişi konusunda bir mühürlemedir. سَمْعٌ kelimesinin aslı işitmektir. Bir şeyi duyup ondan haberdar olmayı ifade
eder. Haberdar olmalarıdır.
أَبْصَارٌ/ Ebsar kelimesi ise بصر görmekten gelir. Kökünde "çok iyi bilmek, basiret sahibi olmak" anlamları da vardır.
Enam/104
قَدْ جَاءكُم بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنْ أَبْصَرَ فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ
Rabbinizden size basiretler gelmiştir. Artık kim görürse kendi benliğinedir. Kim kör olursa aleyhinedir. Ben sizin üzerinize gözetici değilim.
Buradaki dünyadaki idrakları, ilerisini idrak edip önlemini alamamakla ilgili olmalıdır. Basiret zaten ilerisini görmekten gelir. Bakara 7 ayeti dünyadaki düzenlerinden bahsetmektedir kısaca.
Bakara/7
خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
Allah onların döngülerini/işleyişlerini duymalarını mühürlemiştir. Görüşlerinde perde vardır. Onlar için büyük bir azab vardır.
Ulaştığım sonuç, işleyişlerinin bozulması şeklindedir. Allah'ı ve güvenenleri kandırmaya çalışıp kandıramamaktadırlar bu yüzden. Bu yüzden duyup haberdar olamıyor, ilerisini görüp başlarına gelecekleri anlamıyorlar.
Bakara/10
فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Onların döngülerinde/işleyişlerinde bozulma vardır. Allah'ta bozuluşu arttırmıştır. Yalancı olduklarından dolayı onlara acı bir azab vardır.
Hastalık, bir işleyişin bozulmasıyla alakalı bir durumdur. Vücudun işleyişinde bozulma olmasına hastalık denir. İsfihani de ise "İnsana has olan düzenden çıkış demektir" diye ifade edilir.
Bu yüzden kâfirlerin gerçeği idrak edemeyip te inkar etmesi, hatta haşa bunu Allah'ın yapması söz konusu değildir. Kâfirlere gerçek kapatılmamıştır, kâfirler gerçeğin gayet de farkındalardır.
Kehf/29
وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا
...أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا
De ki bu gerçek rabbinizdendir. Bundan böyle dileyen inansın dileyen bildiği halde inkar etsin(küfretsin). Biz Karartanlara(zâlimler)bir ateş hazırladık...
Gerçek apaçık ortada ve idrakler ortada. Zalim ise burada karartan anlamında kullanılmış. Allah'ın vahyini karartmaya çalışanlar. Adem nebi için de "Karartanlardan olursun" denmiştir. Gerçeğin görülmesine engel olmak.
Kâfirlik tamamen bilinçli olan bir eylemdir. Allah ise kâfirlerin inanmasına mühür vurmaz.
Tevbe/126
أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ
Kendilerinin yılda bir veya iki kez fitnelendirildiklerini görmüyorlar mı? Sonra dönüş yapmıyor ve akıllarında tutmuyorlar.
Neml/50
وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Onlar plan kurdular, biz de plan kurduk. Onlar hissetmiyorlar.
Ali imran/139
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer gerçekten inanmışsanız, üstün olan sizsiniz.
Allah, kâfirlerin düzenlerini bozarak müminlere yardım etmektedir. Gerçek anlamda iman edenler oldukça kâfirler güçsüzleşecektir. Bunu söylemiştir her zaman Allah.
Kısacası Allah'ın anlayışlarını kapatması diye bir olay yoktur.
Buradan hemen, "yav tamam da kalb şu anlamda kullanılıyor, bak şu aslında şu demektir. Allah kalbi mühürlerken günah işlemelerinden dolayı demiştir" falan diyeceksinizdir. En başta, Allah buna göre geri dönüş imkanlarını kapatıyor olacak, bu da imtihana ters düşen bir durumdur.
İkincisi o yorumları zaten herkes biliyor. Benim amacım, gramer üzerinden sağlam kanıtlar sunarak ortaya koymak. "Bu deniyor olabilir, şöyle yorumlanabilir" derseniz. Karşı taraf ta size, "ben de bu şekilde yorumluyorum, bu şekilde olacağını kabul ediyorum" der. Yani sizin "ya kalbi mühürlemekten kasıt günahlarından dolayı, kalbi mühürlemek şu" derseniz ve delilsizce, gramerden hareketle olmadan hareket ederseniz, ben de gelir. "Tamam ben de Alllah'ın inanmasınlar diye mühür vurduğu kabulünü alıyorum" derim. Yoruma açık alan bırakarak bir yere varılmaz. Ve sizin yaptığınız Kuran'ı değil, Kuran'a verilen meali savunmaktır. Kıraat te meal de "meal yazarının çalışmalarının sonucu anladığı"dır. İsterse bu bin kişinin de anladığı olsun. Kuran savunacağım diye insanların anladığını savunuyorsunuz farkında bile değilsiniz. Bunun alimlerin tefsirlerini savunmaktan pek bir farkı yok. Neden o insanların anladığını savunuyoruz? Oysa bakmamız gereken Kuran'da ne yazdığı. Ben de yanılıyor olabilirim, çıkar gramer kuralı ve metinden yanlışımı önüme koyarsınız. Ama bu şekilde sanki mealler Kuran'ın kendisiymiş gibi yapmak tamamen manasız bir şey. Meal yazarlarının anladıklarını savunmayı bırakıp Kuran'ı anlamaya çalışıp onu savunmaya çalışırsak daha doğru olur. Kime gitseniz "meal meal yazarının anladığıdır", diyeceklerdir. Gerçi o da tam doğru değil. Bugün en Kurancıyım diyen meal yazarları hadis ve israiliyata göre meal yapıp olmayan manalar verdiği için "Meal yazarının israiliyattan anlayıp Kuran'a giydirme çalışması" oluyor. Kısacası ne yorumlardan bir yorumun, ne de meal yazarının kafasının savunulmasının bir manası var.
Bakara/7
Allah onların döngülerini,işleyişlerini, duymalarını/haberdar olmalarını mühürlemiştir. Görmelerinde perde vardır. Onlar için büyük bir azab vardır.
Kâfir kavramı oldukça açıktır. Gerçeğin farkında olmayan kimse kâfir değildir. Kâfir sadece gerçeği idrak edip onu buna rağmen inkar edendir. Bununla ilgili İbrahim nebinin kıssası çok iyi bir örnektir.
Enam/74
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
İbrahim, babası Azer'e "Sen güç kazananları mı ilah ediniyorsun? Kesinlikle seni ve kavmini açıkça görülen bir sapıklık içinde görüyorum" dediği zaman.
Genel olarak put diye çevrilen kelime أَصْنَامًا/Esnâman. Kökü ise صنم/sad-nun-mim dir. Ve kökünde "güçlenmek, güç kazanmak" demektir. Kelimenin aslının put ile veya heykel ile bir alakası yoktur. Putları değil, güç kazananları ilah edindiğini söylüyor.
Meryem/41
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا
Bu yazıda İbrahim'i de an/aklında tut. Kesinlikle o doğru sözlü bir nebi idi.
Meryem/42
إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنكَ شَيْئًا
Hani İbrahim babasına "Ey babacığım niçin işitmeyen, görmeyen(basiretsiz) ve hakkında yararı dokunmayan şeylere kulluk ediyorsun?
Meryem/43
يَا أَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا
" Ey babacığım; elbette sana varmayan o ilim bana geldi. O halde benim izimi takip et, düzgün yola rehberlik edeyim.
Meryem/44
يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا
Ey babacığım o uzaklaşana(şeytan) kulluk etme. Kesinlikle o uzaklaşan Rahman'a isyan eden oldu.
شَيْطَانٌ Arapça çoğunlukla üç kökten oluşur. Şeytan kelimesi normalde 3 köklü bir kelimeye bir harf daha eklenmesiyle oluşmuş. Yani kökü aslında 3 harflidir. Bu kökün iki ihtimali vardır. Ya شطن/uzak olmak ya da شطن/ öfke dolmak, öfkeli olmak.
Kuran'da şeytan, Allah'ın vahyinden uzak yaşayan olarak tabir edildiği için شطن kökünden uzaklaşan olduğu kanaatindeyim. Uzaklaşanı takip edenin kendisi de uzaklaşır.
Meryem/45
يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
"Ey babacığım! Kesinlikle ben Rahman'dan sana azap dokunur diye endişeleniyorum. O zaman uzaklaşanın destekçisi olursun.
Burada ilk dikkati çeken nokta. İbrahim nebi, babası başka ilahlar edinmesine rağmen şeytanın destekçisi olmasından endişe duyuyor. Yani babası kâfir olduğunu söylese de İbrahim nebi babasını şeytanın destekçisi olarak görmüyor. Bakara 6 da Kâfirler bildiği için uyarılsalar da fark etmeyeceğini söylüyor. Elbette İbrahim nebi de bu bilgiden haberdardı, ama babasını uyarmaya devam ediyor. İpucu buradan başlıyor aslında.
Meryem/46
قَالَ أَرَاغِبٌ أَنتَ عَنْ آلِهَتِي يَا إِبْراهِيمُ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا
"Ey İbrahim! Sen benim ilahlarıma tenezzül etmeyen misin? Eğer vazgeçmiyorsan kesin olarak seni kovuyorum. Uzun müddet benden ayrıl."dedi.
Recmetme Kuran'da kovma anlamında kullanılmıştır."Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım" ın aslı "taşlanmış şeytan" şeklindedir. Şeytanın konumundan kovulmasını anlatır. Kuran'da da birilerini kovmak anlamında kullanılmıştır. Burada da gerçek manada taş atmak söylenmemiştir. Zaten "benden ayrıl" demesi de bu anlama işaret ediyor.
İbrahim/47
قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا
"Sana selam olsun. Senin için rabbimden bağışlanma isteyeceğim. Kesinlikle rabbim bana çok Sevecendir" dedi
Bu ayetin bağlantısı insanların en çok bildiği ayetlerden birisidir. Ayet bilgisi, sayfaların paylaştığı meal kırıntılarından ibaret olan insanlar bu ayetin bağlamı hakkında düşünmez hatta İbrahim nebi hakkında olduğunu bile bilmezler.
İbrahim/35
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ
Hani İbrahim "Rabbim, bu beldeyi güvenli/güven duyulan kıl/belirle. Beni ve çocuklarımı o güç kazananlara kulluk etmekten uzak tut."demişti.
Beni kelimesi bina etmekten gelir. Bir insanın bina ettiğinden gelen. Burada çoğul kastedildiği için erkek kız dahil kastedilir. Güç kazananlar anlamını zaten açıklamıştım. Buradan itibaren bakara 41 de bu bağlam içindedir. İsteyen ayetlere kendi bakabilir, ben direkt bakara 41 e geçeceğim.
Bakara/41
رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
"Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anne babamı ve güvenenleri bağışla."
Görüldüğü gibi İbrahim nebi burada babası için de bağışlanma diliyor. Babası başkalarına taptığını söylemesi halinde yine de bağışlanma dilemiştir. Tevbe 80 ayetini de ortaya koymak lazım.
Tevbe/80
اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللّهُ لَهُمْ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Onlar için bağışlanma dile veya dileme. 70 defa af dilesen bile, Allah bu yüzden onları affetmez. Böyledir. Çünkü onlar Allah'ı ve rasülünü gerçeği bildikleri halde inkar ettiler. Allah, sınırı aşan kavme rehberlik etmez.
Kâfir'in genel bir kavram olduğu bellidir. Bu ayet varken İbrahim nebinin af dilemesinin tek sebebi, onun gerçeği idrak edip edemediğinden emin olmadığı olabilir. Onun bu eylemi bilinçli yapıp yapmamasından emin olamamak. Eğer İbrahim nebi yanlış yapsaydı Allah tarafından şiddetle uyarılırdı.
Tevbe/113
مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Nebi ve güvenmiş olanlara; Cehennem ashabı oldukları kendilerine açıkça belli olduktan sonra ortak olanlar(müşrikler) için bağışlanma dilemek, yakınlık sahipleri bile olsalar yoktur.
Bu ayet resmen, müşrik olduğunu söyleyenler için, gerçek anlamda kâfir oldukları belli olduktan sonra demektedir. Kâfirlerden başkasının cehennemlik olmadığı açıktır. Yani burada müşrik olmayı bilinçli olarak yaptıkları açığa çıkınca diyor.
Tevbe/114
وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ إِلاَّ عَن مَّوْعِدَةٍ وَعَدَهَا إِيَّاهُ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ أَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّهِ تَبَرَّأَ مِنْهُ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ لأوَّاهٌ حَلِيمٌ
İbrahim'in babası için af dilemesinin sebebi, vaad ettiği o sözden başkası değildi. Fakat onun kesinlikle Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olduktan sonra ondan vazgeçti. İbrahim çok hüzünlü, çok alçak gönüllüydü.
Kasas/67
فَأَمَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَن يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ
Ancak dönüş yapan, güvenen ve düzeltici iş yapan kurtuluşa ereceğini umabilir.
İbrahim nebinin babası kendisine açık açık iman etmediğini ve müşrik olduğunu söylediği halde kendisine belli olduktan sonra ondan vazgeçtiğini söylüyor. Allah düşmanı olmak bunu bilinçli yapmayı gerektirir. Allah Vahyinden haberdar olmayan, vahyi doğrusuyla bilmeyen, gerçeği kavramayanları sorumlu tutmamıştır.
Bir çok insan hala çocuk olmasına rağmen hristiyanlara kâfir, cehennemlik diyebiliyor. Yanlış anlatılan dinden dolayı dinsiz olan veya dinden haberi bile olmayanları kâfir sayıyor. Başka dinlerde olupta haberi olmayanları kesin cehennemlik sayıyor. Bunun yanlış olduğu hem kâfir, müşrik kavramında hem de kıssalarda bellidir. Bunu bilinçli yaptığını görmedikçe bir insana cehennemlik veya kâfir denemez. Bilinçli yaptığının âşikar olması gerekmektedir. Ayetlerde görüldüğü gibi, Allah düşmanı oldukları açıkça belli olduktan sonra kâfir olduklarına tamamen kanaat getiriyorlar, ben inanmıyorum dedikleri için değil. Ki bugünkü sünni dini anlayışından dolayı insanların dinden uzaklaşıp soğuması normaldir. Bugün anlatılan din Allah'ın dini mi ki ona inanmayanlar cehennemlik olsun? Tehlikede olanlar bu insanlar mı yoksa bu insanlara bu dini sunup onları kâfir ilan eden mi? Diyanetin veya gelenekçilerin anlattıklarını din belleseydi kesinlikle dinden çıkacak bir insanın yazısıdır bu. Çok şükür ki Allah aklımızı işletip o dini Allah'ın dini saymaktan bizi uzaklaştırdı, en azından uğraşanları. Kâfir kavramı çok açıktır. Bile bile olmadıkça Allah'ın rahmetinden uzak değiller. Kuran'ın anlattığı hep zalim olan insanlardır. Dinden çıkan değil en çok dini anlatan ve ondan para kazananlara karşı dikkatli olun. Hepinize selametle diyorum.
hud 34 ü açıklayabilir misin
YanıtlaSilhttps://www.instagram.com/p/ChMzMIHDa_D/?igshid=YmMyMTA2M2Y=
YanıtlaSilBuradan bakabilirsiniz