Felak 4; Düğümlere üfleyenler ne demek?

Felak yazısına başlamadan önce, kısa surelerin asıl vasfını ortaya koymak istiyorum. Kısa sureler aslında Kuran'da aramamız ve düşünmemiz gereken şeyleri ortaya koyar. Kısa surelerde yazanlar Kuran'da dönüp dolaşıp bulmamız gereken şeylerdir. Salat'ın ne olduğu konusunda uzun uzadıya yazı yazmıştım zaten. Salat takip demektir. Bir kişinin tam arkasında olmak. Destek manası da buradan hareketle gelir. Namaz olmayıp, bu ayetler ezbere okunacak şeyler olmadığına göre, bize bir şey anlatma amacı olması lazım. Buna Fatiha suresinden bir örnek vermeye çalışacağım.

Fatiha1
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Allah'ın özelliği Rahman ve Rahim'dir

Aslında burada en baştan "Allah denen kim?"sorusunun sorulması lazım ama fazla derine inmemek için geçiyorum.

İsmi diye bırakırlar genelde burasını. İsim, bir şeyin özelliği, namı ve sıfatını belirtmektir.

Bakara/31
وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا
Adem'e onun bütün özelliklerini öğretti.

Buraya hem Allah lafzı olmamasına rağmen Allah lafzı katar, hem de sondaki "ها" zamirini yok sayarlar. Evrendeki her şey değil, belli bir şeyin tüm özellikleri. Burada Adem nebi eşyaların ve varlıkların isimlerini değil, vahyin mahiyetini ve ne olduğunu öğreniyor. Bir şeyin ismi derken zaten özellik ve sıfat atfederiz. Yani burada

Fatiha 1 ayetinde de, Allah'ın bu iki özelliğinin, mahiyetinin olduğunu söylemektedir. Tabi aklımızda bize anlatılan hazır bir din olduğu için soru sormayız. Ama "Rahman ve Rahim tam olarak neyi ifade eder?" Diye sorduğumuz zaman Kuran'daki anlatımlarla bu mahiyetin tam olarak ne ifade ettiğini anlarız.

Fatiha/2
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Övgü, Alemlerin terbiyecisi olan Allah'adır.

Kafamızda şöyle bir soru oluşması lazım.  Alemler nedir? 2 nasıl terbiye ediyor?

Alem kelimesinin de ne ifade ettiğini bilmek lazım. علم/ayn-lam-mim kökünden gelir. عَلِمَ/ alime fiili bilmek demektir. Kökü bilmek, bilgi almak. Alem, kendisine bilgi ulaşmış, bilgi verilmiş toplumu ifade eder. Çoğul gelmiş ve arapça da çoğul 3 ten başlar. Yani en az 3 tane âlem olduğunu öğreniyoruz. Asıl konumuz bu olmadığı için kısa cevap vereceğim. Burada bahsedilen; insan, cin ve meleklerdir. Kuran'da bu üçüne bilgi verilip bununla sorumlu tutulduğu geçer. Ve terbiye etmesinin de teker teker tüm öğretilerinden ve yol gösterip, en düşük halden en iyi konuma nasıl çıkabileceğimizi gösteren anlatımlardan görüyoruz. Aklımızda hazır dini bilgi olmadığı zaman bu soruları sorar ve Kuran'dan ayrıntılı şekilde cevabı alırız. Buradan dahi amacın dua değil -ki dua, çağrı yapmak demektir" bir tanıtım ve soru sordurup araştırmaya sevk etme olduğunu anlamışızdır.

Fatiha/4
مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Borç/düzen gününün yetkilisidir.

Burada ise bu "borç günü" denen şeyin ne olduğu sorusu karşımıza çıkıyor. Bunu ise Allah'ın bizi yükümlü tuttuğu şeylerin hesabını soracağı ahiretle ilgili olduğunun cevabını alırız.

Fatiha/5
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Yalnız sana kulluk eder be yalnız senden yardım dileniriz.

Burada ise şu soru sorulmalı. Kulluğu nasıl yapacağız? Bu ise Kuran'ın geneline yayılmış bir cevaptır. ve diğer soru, ne yardımı? Duada, ilahi vasıflarda yalnız ona yalvarmak olduğu.

Neyse sanırım bu kadar ayetlerden anlaşılmıştır.

Felak suresinde de amaç bize Kuran'ı dolaştırarak cevap aratmak ve eksiklerimizi anlamamızı sağlamaktır. Felak suresi aslında tek bir cümleden oluşur, en başta anlaşılmazlığa zaten bu sürüklüyor. Bunu tek cümle olarak okumak mecburiyetindeyiz. O ayet numarasını Allah belirlememiştir. Sırf şiirselliğe uyacak diye ayetleri anlaşılmaz hale getiremeyiz.
Felak suresi
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ
وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ
Kul euzu bi rabbi l-felaki min şerri ma halake ve min şerri ğâsikin iza vekabe ve min şerri n-neffasati fi l-uka ve min şerri hâsidin iza hasede

Ayet tek bir cümledir. 

قُلْ/Kul kelimesi "de" emir fiildir. قول/gaf/vav/lam söylemek demek zaten. Burası basit. Sonra ise  أَعُوذُ 
عوذ/ayn/vav/zel kökü.  Sığınmak, yapışmak demektir. Korumasına girip tamamen bağlanmaktır. "Korumasına girmek" demektir.
رَبِّ/rabbi kelimesi ربب/ra-be-be kökündendir. Bir şeyi veya kişiyi en ilkel halinden en iyi haline kadar eğitmeyi ifade eder. "Terbiye edici" bu kelimenin karşılığıdır. Ev hanımına da, çocuklara en küçük halinden kendi başına olabilecek en iyi haline kadar, aşama aşama bakıp öğrettiği için evin rabbi denmiştir. Zannedildiği gibi  rabb kelimesi ilahlığa özel bir sıfat değildir. burada  بِرَبِّ/birabbi şeklinde "bi" harfi ceri bitişmiştir. Bi harfi ceri temelde "ile/le/sebebiyle/sayesinde" anlamları taşır. Tabi bu cümledeki kullanımıyla belli olur. Temelde tabiki "le/ile" anlamı taşır. Bazı yerlerde de sebep, veya sayesinde, anlamlarına gelir.bizde de aynen böyle. "Kalemle yazdım" burada aynı zamanda kalem sayesinde yazdığımı da ifade edebilirim. Ya da sebebiyet bildirir. Burayı şimdilik "ile" anlamı verip bırakmak lazım. "Rabbiyle" tam olarak ne ifade ettiği ise cümlenin kendisinden zaten belli olacaktır. Sebep mi, sayesinde mi, beraber mi? Her şey cümlede geçtiği yere göre belli olur. Asıl zurnanın zırt dediği ilk yere geliyoruz. Ama buna kelimeye geçmeden önce genel mealleri vermek istiyorum.
Felak1
Bayraktar Bayraklı
De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım.
Mehmet Okuyan
De ki: "(Şunların şerrinden) ağaran sabahın Rabbine sığınırım:
Edip Yüksel
De ki: "Şafağın Efendine sığınırım."
Süleymaniye Vakfı
De ki "Sığınırım, bölerek yaratmanın sahibine!
Ali Rıza Safa
De ki: "Gündoğumunun Efendisine sığınırım!"
Mustafa İslamoğlu
(Ey muhatab!) de ki: "sığınırım ben (yokluk gecesini) yararak varlığı çıkaran sabahın Rabbine
Yaşar Nuri Öztürk
De ki: "Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine/yarılışlardan fışkıran oluşun Rabbine sığınırım!

Mealler aşağı yukarı bu şekildedir. Bir çokları "sabah" anlamı vermişlerdir. Bir çok mana ve olmayan kelime eklemişler. Bu mealleri verdikleri kelime
"فَلَقِ"/ felak kelimesidir. فلق/fe-lam- kaf kök manası "yarmak/çatlatmak" Bu kelime, bir şeyi yarıp, içindekini dışarı çıkarmayı ifade ettiği için "ortaya çıkarma" anlamı da vardır.
فَالِقُ الإِصْبَاحِ/Sabahı yaran/ortaya çıkaran
Enam/96 ayetinde ortada olmayan sabahı, karanlığı yarıp ortaya çıkardığından bahseder. Toprağın yarılıp içinden tohumun filizlenmesi de bununla ifade edilir. Yani bir şeyi ortaya çıkarmakla, gizli olanı âşikar hale getirmekle ilgilidir. Yumurtanın çatlayıp içinden civcivin çıkmasını da ifade etmek için kullanılır. Bu kelimenin direkt olarak "sabah, ışık,varlık çıkarma" gini anlamları yoktur. Yani yorumlarını kelime karşılığı gibi meale katmışlar. Bunun sebebi tabiki de ayetin yanlış şekilde bölünüp cümlenin yarım kalmasından sebeple anlamlı bir bütün çıkmamasıdır. Bu haliyle
"Yarılmanın rabbiyle/rabbine sığınırım" de.
Yarılma ne, ne ifade ediyor? Ya da
"Ortaya çıkanın rabbine sığınırım" de
gibi bir anlam. Bunun da tam olarak ne ifade ettiğini, ayeti olması gerektiği gibi okuyarak anlayacağız.
مِن شَرِّ/ min şerri. Min harfi ceri "den/dan" anlamı katar.  شَرٌّ/şerr ise خَيْر/hayr kelimesinin tersidir. Herkesin arzuladığı "iyilik" tir. Şer ise kaçınılan ve istenmeyen "kötülük" İbni Faris sözlüğünde geçene göre, hayır, yani iyiliği istemeyip, ondan ayrılmak, onunla çekişmektir. Yani şöyle örnek verirsek; Birisi sadece kendi çıkarına kötülük yapıyor, başka türlü kimin ne yaptığıyla ilgilenmiyorsa bu kötülük, eğer kötülükle kalmayıp, iyi olana bir kini, nefreti var, buna engel olmaya, iyiliği geride bırakmaya çalışıyorsa bu şerr'dir. Yani düz kötülükten farkı budur. Birisi içki içer, kötü bir şeydir. Ama içki içen birisi gidip başkalarının içki içip içmemesiyle ilgilenmez. Kötü bir iş yapsada şerr olan bir iş değildir. Ama içki içip, milletin içkiden uzak hayat yaşaması için çabalıyor, ve içki içmemesine nefret besliyorsa bu şerr bir davranıştır. خِلَافَ الْخَيْر/ Hilafe l-hayri. Yani iyilikle ihtilaf, ayrılık. خلف kökünden gelmesi aslında iyiliği geriye atmaya, geri bırakmaya çalışmasını gösterir. Geçişli halinde, geride bırakma, geriye atma anlamı da vardır. Çekişmek, ihtilafa düşmekte birbirinin fikrini arkada bırakmak, geri tutmak istemekten gelmektedir. Kısacası şerr "iyiliğe engel olmayı amaçlayan bir kötülük" türüdür. Her kötülük yapanın amacı iyi olana engel olmak değildir. Bu yüzden  "şerr" kelimesine kötülük diyip geçmek kelimenin asıl ifade ettiği şeyi kaçırmamıza neden olacaktır. Bunu en kısa şekilde çevireceksek "kinci kötülük" diyebiliriz. Kin zaten bir şeyi istememek ile alakalı, ona içte nefret besleme, ve olmamasını isteme durumudur. Şimdiye kadarki yerleri çevirirsek şöyle bir şey karşımıza çıkıyor.
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ
De ki "terbiyeciyle  o ortaya çıkan kinci kötülükten korumaya girerim"

Buradan da "birabbi" kelimesiyle kastedilenin "sayesinde" anlamında olduğu aşikar. Bu yüzden devamında bu şekilde yansıtmanın doğru olduğu kanatindeyim. Bu şekilde anlam vermediğimizde, olmayan anlam vermek zorunda kalıyoruz zaten. Yani burada "felak" sahibi değil "sayesinde ortaya çıkan kinci kötülük" söz konusu. 1 cümleyi 7 ye bölünce anlaması imkansız. Yorumu meallere kelime anlamı gibi katmışlar. "Burada" kimin korunmasına giriliyor diye sorulabilir.
Fussilet/36
...وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ
Eğer şeytandan sana bozma girişimi olursa hemen Allah'ın korunmasını iste...

Bakara/67
...قَالَ أَعُوذُ بِاللّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ...
..."Cahillerden olmaktan Allah'ın korumasına girerim" dedi...

Ali imran/36
...أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ...
...Kesinlikle onu, Kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum...

Nahl/98
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Kuran'ı/öğretiyi okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'ın korumasını iste

Kuran'ın genelinde ve hep Allah için kulllanıldığı için "kime?" sorusu havada kalmamaktadır. Bir şeyden ne kastettiğiniz rahatça anlaşılıyorsa onu hazf eder, yani cümleye katmazsınız. Zaten tüm metin boyunca korumasına girilmesi gereken Allah olduğu için, burada "Allah" diye ayrıca belirtmesine gerek yoktur. Ayetin devamına gelelim. 
مَا خَلَقَ/ ma haleka. Buraya da kısaca nasıl anlam verdiklerini katalım.

Bayraktar bayraklı
Yarattığı her şeyin
Mehmet Okuyan
Yarattığı şeylerin
Edip Yüksel
Yarattığı şeylerin
Erhan Aktaş
Yarattığı şeylerin

Kalan bütün meallere bakabilirsiniz, hep aynı mana verilmiş. Ve bu yaratılan şerr Allah'a izafe edilmiş. Yaratan manası verip, bunu Allah'tan başka kimse yapamaz deriz. Yaratan manasını başkasına yükleyemediğimiz için de buradaki şerri Allah'a izafe ederiz. Peki bu fiilin aslı ne? İsfihaniye baktığımız zaman aslı
"خَلْقkelimesinin aslı, doğru dürüst planlamadır.Bir şeyi herhangi bir aslı ve örneği olmaksızın yaratmaktır."
Burada "yaratmaktır" lafzı geçince sanki, yokluktan varlık ortaya çıkarma gibi anlıyoruz.  Mesela futbolda "yaratıcı oyuncu" deriz. Burada "yokluktan varlık çıkaran oyuncu" değildir. Oyunu çok iyi tasarlayıp, oradakilerin ortaya koyamadığı oyun becerisini ortaya koymak.
Ragıp el isfihani de arapçasına baktığımızda da  "yaratmak" diye laf cambazlığı çevirisi olsa da ويستعمل/ve yeste'melu yazmaktadır orjinalde. عمل fiili bilinçli şekilde eylem yapmak, işlemek demek. Aslında yazan şey
"Bir şeyi örneği olmayan şekilde kullanmak,işlemek" Yani var olan şeyden, daha önce olmayan bir şey çıkarmak demektir. Bakın, yokluktan çıkarmak değil, ortaya konmayan şeyi ortaya koymak. İlk okuldan "potansiyel enerji ve kinetik enerji" kavramını duymuşsunuzdur. Potansiyel enerji, bir şeyin eyleme dökülme kapasitesidir. Bir topun havada durması potansiyel enerjidir, düşme eylemine geçmemiştir. Düşme eylemi ise kinetik enerjidir. Yani artık fiiliyata dönmüştür. Fiil ile amelin farkı, fiil bilinçli veya bilinçsiz olabilirken, amel sadece bilinçli şekilde yapılabilir. Bir topun yere düşmesi daha ortaya çıkmamış olan kinetik enerjinin ortaya çıkmasıdır, enerjinin yoktan var olması değil. Haleka fiili de, bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak değil, ortaya dökülmeyen potansiyelini ortaya çıkarmak demektir. Bu fiili yokluktan var etmek olarak anlayınca, ve bu sadece Allah için mümkün olunca başkasına izafe edilememiş oluyor. Ama Kuran bizi gerçek anlama doğru zorlar her zaman. Burada meallere dokunmayacağım, çünkü konu uzar.

Meryem/110
وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي
...Ve hani Ben'im iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratıyordun... 

Geri kalanının doğru olup olmadığına bakmamakla beraber. Burada Allah'ın izni dahilinde, kimsenin yapamadığını ortaya koymayı anlatmaktadır. Tasarladığını işleyip, daha önce yapılmayan bir şeyi ortaya koyuyordu. Yani bu kelime, yoktan var etmek değildir. Yoktan var etmek Allah'a mahsus olsa da, halk etmek Allah'a mahsus değildir. Kısacası halk etmek ortaya çıkmayan potansiyeli ortaya çıkarmaktır. Bugünkü teknolojiler de yokluktan bir şey çıkararak oluşmamaktadır. Var olan şeyleri kullanarak bir potansiyeli ortaya çıkarmışlardır. Ya yaratma kelimesinin yerine "tasarlama, tasarlayıp ortaya koyma" anlamı verilmeli ya da "yaratma" kelimesini potansiyeli ortaya koyma olarak düşünmeliyiz.
Ve ma ismi mevsulü kullanılmış. Ma ismi mevsulü ise akıllı varlıklara kullanılamaz aslında. Burada "tağlib" kuralı gereği akıllı varlıklar için de kullanılmış derler. Bu tağlib kuralına en büyük örnek. Çoğul eril zamirlerin erkeklerle kadınlar bir aradayken kullanılması. Tağlib kuralı gereği eril gelmiş. Ama sorun şu ki, hem Allah'a izafe edildiğini, hem de tüm varlıkları söylediğini nereden biliyorsun? Tabiki de kafada var olan senaryodan. Nasıl ki felak kelimesine "sabah" anlamı vermişler, ma ismi mevsulünü de tüm varlığa izafe için kullanabilirler(!) Haleka fiiline doğru manayı verip, felak 1 ve 2 yi beraber okuduğumuzda çıkan mana şu şekilde.
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ مَا خَلَقَ
De ki"terbiyecim sayesinde ortaya çıkan  tasarlanan  kinci kötülükten korumaya girerim"

Bunun örneğini daha bakara suresinin başında görmekteyiz.

Bakara/8
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Nas/insanlardan kimisi güvenmedikleri halde, "Allah'a ve son güne güvendik" der.
Bakara/9
يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
Allah'ı ve güvenenleri kandırmaya çalışırlar. Benliklerinden başkasını kandıramazlar, fakat hissetmezler.

Bakara/14
وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ
Güvenenlerle karşılaştıkları zaman "güvendik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında "sizinle beraberiz, onlarla ancak alay edenleriz" derler.

Bakara/79
فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَذَا مِنْ عِندِ اللّهِ لِيَشْتَرُواْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُمْ مِّمَّا يَكْسِبُونَ
Bu yüzden yazık olsun kitabı/ilkeleri elleriyle/kendi konrtolleriyle yazıp sonra az bir değere satmak için "bu Allah katındandır" diyenlere. Yazık onlara, elleriyle yazdıklarından ve kazandıklarından dolayı.

Maide/13
فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ
Bağlılıklarını bozmalarından dolayı döngülerini katılaştırdık. Kelimeyi konulduğu yerden kaydırıp, akılda olandan paylarını unuttular...

Ali imran 119
هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İşte siz öyle kimselersiniz ki, siz onları seversiniz fakat onlar sizi sevmezler. Siz bu yazının hepsine güvendiğiniz halde. Sizinle karşılaştıklarında "güvendik" derler. Başbaşa kaldıklarında öfkeyle parmaklarını ısırırlar. De ki "öfkenizle ölün"  Kesinlikle Allah, kararlaştırılanların özünü bilendir.

Münafikun/4

وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Onlara baktığında, cüsselerine hayran kalırsın. Konuştuklarında sözlerini dinlersin. Onlar Dayanmış kütük gibidirler. Her bağırtıyı kendi üzerlerine sayarlar. Onlar düşmandır, o halde onlara karşı uyanık ol. Onlar Allah ile savaştılar. Nasıl da yalan konuşuyorlar.

Burada "قَاتَلَهُمُ"yazan yeri beddua gibi çeviriyorlar. Halbuki işteş fiil gelmiş. Burada Allah ile savaştıkları söyleniyor. قَتَلَ fiili zaten savaşmak anlanmında kullanılır çok yerde.

Aslında bu kin ve kötülükler, düşmanlıklar bir çok yerde görülür. Yani felak suresinde söylenen, kinci kötülüğü Allah'ın ortaya çıkarmasıyla ilgili. Ki Allah bir çok yerde bu tür insanlardan haber verir bize.

Felak suresinin devamına gelirsekte 
وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ

Min şerrin diye başlamış. Burayı zaten biliyoruz. Konumuz غَاسِقٍ/ğasikin kelimesi ve könü غسق/ğayn-sin-kaf şeklinde. Buraya genelde "karanlık,gece" manası verirler. Ki bunu demek yanlış. لَيْلْ/leyl kelimesi zaten gece demek. Sözlükte bu kelime 
غَسَقَ الَّيْلُ/ ğaseka l-leylu şeklinde geçmiş. Yani "gece" kelimesiyle beraber kullanılmış. Bu şekilde "gece kararmak,karanlık çökmek" anlamı verilmiş. Güneş batarken ortalık aniden kapkaranlık olmaz. İlk başta güneş ufukta yavaş yavaş batmaya başlar, ışık yavaş yavaş kaybolur. Işık azalır ama hâla görülmeye devam eder. Yani karanlık her yeri kaplamamıştır. O yüzden gece demek, tam olarak her yerin kapkaranlık olması demek değildir. Bu kelime gecenin karanlığının her yeri kaplaması için kullanılmış. Karanlığın tamamen bastırması, çökmesi. Yani bu kelime aslında gece veya karanlık değil "çökme, kaplama, bastırma" anlamlarına gelir. Aslında غَاسِقٌ/ ğasikun kelimesi ismi fail kalıbındadır. Çöktüren, kaplayan, bastıran kuşatan anlamlarında. Bu kelimeye gece veya karanlık manası vermek yanlış olacaktır. Ki konunun bağlamı, insanların kinci kötülüğünü, bunun için yaptıkları planlamalarla ilgilidir. Sonra ise
إِذَا وَقَبَ/iza vekabe  İza kelimesi "dığı zaman" anlamı verir. Asıl kelimemez ise وَقَبَ/vekabe kelimesi. Kökü وقب/vav-kaf-be şeklindedir. 
Kökü "batmak,ortadan kaybolmak, görünmemek.
İbni Faris sözlüğünde ise şu denmektedir.
كَلِمَةٌ تَدُلُّ عَلَى غَيْبَةِ شَيْءٍ فِي مَغَابٍ/Kelime kayboluş yerinde gizli şeye dalalet eder. Bu kelime aslında "bir yerde görünmeme halinde olmayı ifade eder. Bağlamı da hesaba kattığımızda, bu kelimeye "içlerinde gizlenen" anlamı vermek doğru olacaktır. Çünkü gizleme mekanı direkt olarak kendileri.  
Felak
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ
De ki" tasarladıklarının kinci kötülüğünden, içerde gizlendiği zaman  terbiyecim sayesinde ortaya çıkan, kuşatan  kinci kötülükten korumaya girerim"

Ve geldik en önemli yere . Düğümlere üfleyen denen yer. İlk önce meallere bakmak lazım.
Bayraktar Bayraklı
Yarattığı her şeyin şerrinden, kapladığında karanlığın şerrinden, düğümlere üfürenlerin şerrinden...
Mehmet Okuyan
Düğümlere üfleyenlerin şerrinden
Erhan Aktaş
Düğümlere üfleyenlerin şerrinden
Edip Yüksel
"Arabozucuların, sözleşmeleri bozanların şerrinden."
Süleymaniye Vakfı
ilişkilere fesat karıştıranların şerrinden,."
Ali Rıza Safa
"Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden!"
Mustafa İslamoğlu
Ve düğümlere üfleyenin şerrinden!

Mealler genel olarak bu şekilde verilmiştir. Düğümlere üfleyen diye çevirmişlerdir. Fakat Kuran'da düğümlere üfleyenlerle ilgili tek bir ayet bile bulamazsınız. Zaten "neffasati" kelimesi de tek burada geçer. Hem düğüm hem üfleme bir arada olan bir ayet yoktur. Bazıları, Kuran'da sihir geçiyor, ondan bahsediyor diyebilirler. Şu ayet dile getirilir sihrin olmasıyla ilgili.
Bakara/102
...وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ...
...Ancak, Naslara/insanlara gerçeği örterek  sihir yapmayı öğretenler şeytanlardı...

Sihir kelimesini biz aynen kullanıp, genel akla gelen mistik ve aslı astarı olmayan şeylerle ilişkilendiriyoruz. Halbuki sihrin bugünkü karşılığı "büyü" değil "illüzyon" dur.
Ragıp El İsfihani
"1-Kandırma ve gerçeği olmayan hayaller: Örneğin; el çabukluğundan dolayı gözleri yanıltan illüzyonistin;  kulakları, gerçeği anlamaktan engelleyen süslü sözlerle dedikoducunun yaptıkları gibi."
Tam bu ifadeler geçmektedir. Yani bu ifade, gerçekliği olmayan şeyi akıl karıştırarak, süsleyerek varmış gibi göstermek. Yani sihir kelimesi geçen yerler bugünkü anlayıştaki mistik ve doğa üstü güçler değil, illüzyon yapmaktır. İllüzyonistler de çeşitli numaralarla insanların aklını karıştırıp, kandırarak olmayan şeyleri varmış gibi gösterir. Peki sihir kelimesine bugünkü anlayıştaki mistik anlamı yükleyenler, kaç asır önce yaşamış bir insan, bir de kendisinin eski kafalı bir çok sözü olmasına rağmen ne demiş?

"3-Sihrin bu kullanımı da dar görüşlülerin şu iddiasıdır:Sihir;şekil ve karakterleri değiştirebilen; örneğin insanı eşeğe çevirebilen bir eylemdir. Fakat araştırmacılar nezdinde bunun herhangi bir hakikati yoktur. Kimi zaman sihirden güzel konuşma kastedilmektedir."

Yani sihrin karşılığı bugünkü illizyondur. Aslında "büyülendim" derken mistik bir şeyler yapıldığını değil, güzelliğine kapılıp kandığımızı söylemiş oluruz. İlyas Karslı sözlüğünde de, "aklını karıştırmak" diye bir anlamı vardır.

Maide/110
...إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ ...مُّبِينٌ
...Onlara gizliyi ortaya çıkaran belgelerle geldiğinde, gerçeği bildiği halde inkar etmiş olanlar o kimseler "bu sadece açıkça görülen bir illüzyondur" dediler...

Yani burada, İsa nebi için ona hayal gösterip kandıran birisi demişlerdir. Gözümüzü boyamaya çalışmasından başka bir şey değil demişler. Mistik bir şey yaptığı iddiası değil.

Enam/7
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا فِي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِأَيْدِيهِمْ لَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
Biz sana kırtaslar içinde bir yazıyı indirip dursaydık ardından elleriyle dokunsalardı, elbette gerçeği bildiği halde inkar edenler "bu sadece açıkça görülen bir illüzyondur" derlerdi

Bu insanlar Kuran'ın normalde inmiş olduğu malzemeyle değil, kırtas diye bir malzeme içinde inmesini istemişler. 

Tur/2-3 
وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ
Rakk içine yayılmış, satırlar halindeki yazıya

Şuan tam mahiyetini araştırmadığım için malzemelerin adını olduğu gibi bıraktım. Normalde rakk denen bir yazı malzemesinde Kuran inerken, bu insanlar, kırtas malzemesinde inmesini istiyor. Yani Allah'ın bize lütfu ve iyiliği yetmez, bir de uşağımız olsun diyorlar. 

Kırtaslar içinde inseydi yine bu bir illüzyon, kandırmaca diyeceklerdi. Yani Allah'ın öyle bir yönteme başvurmayacağını söyleyip, bu insan bizi kandırıyor derlerdi. Efe Aydal'ın "Tanrı karşıma çıksa ben ne bileceğim uzaylılar yapmadı" demesi gibi. Ne yaparsan yap bir bahane bulacaklar. Hatta bazen bahane bulsunlar diye bir şeyler istiyorlar.

Araf/132
وَقَالُواْ مَهْمَا تَأْتِنَا بِهِ مِن آيَةٍ لِّتَسْحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
"Sen, bizim gözümüzü boyamak için ne kadar ayet/işaret getirsen de biz sana güvenenlerle olmayacağız"

Taha/66
قَالَ بَلْ أَلْقُوا فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَى
"Hayır, siz atın" dediği zaman hemen, ipleri ve asaları illüzyonlarından dolayı kendisine kesinlikle  koşuyor gibi görünüyordu.

يُخَيَّلُ/yühayyelü muzari fiili gelmiş. Kökü ise خيل/ha-ye-lam şeklindedir. Hayal kelimesi de buradan gelmektedir. "Sanmak, zannetmek, gibi görmek" anlamlarına gelir. Yani aslında olmayan şeyi oluyormuş gibi gördüğü söyleniyor. Sihirbazların yaptığının, yanıltarak göz boyama,etkileme olduğu, yani bugünkü karşılığıyla illüzyon yaptığı açıktır. Zaten Kuran'da mistik şeylere delil getirilebilecek bir şey yoktur başka. Yani, düğümlere üflenecek bir eylemi ima edecek bir durumda yoktur. Geleneksel algıdaki büyü ve sihir gerçekte asla yoktur ve olmayacak. Bir gerçekliği de yoktur.  Kuran'da yeri de yoktur. Düğümlere üfleme diye bir mistik büyü varsaysak bu büyünün ne olduğu belli değil. Düğüm meali verilen kelimeye gelmeden önce daha önce geçen kelimeye bakalım. Min şerri kalıbını zaten biliyoruz.
النَّفَّاثَاتِ/n-neffasâti kelimesi gelmiş. Buna da üfleyenler anlamı vermişler. Bu kelimenin kökü "نفث/nun-fe-se" şeklindedir.  Asıl kök anlamı "atmak, çıkarmak" şeklindedir.
نَفَثَتِ الْحَيَّة السُّمَّ/ "yılan zehrini attı" denmiştir. İçinde olan bir şeyi atmak, onu istemediğinden dolayı atmak kastedilmiş. Yılan zehrin vücudunda olmasını istemediği için artık onu atıyor. Yani kabul edilmiş, veya içselleşmiş bir şeyi kabul etmeyip ondan kurtulmak için atmak.
نَفَثَ الْبُصَاقَ/ "tükürüğünü attı/tükürdü." Yani içinde olanı atıp ondan kurtuldu. Buna üfürme anlamının verilmesinin mantığı "bir şeyi ağızdan atarken az bişey hava çıkması" şeklinde. Ama aslı bu değildir. Bu saçma hareketten de, büyücüler genelde üfleyerek büyü yaptığı mantığıyla üflemeye "geleneksel büyü" manası vermişler. Ama hiç birisinin aslı astarı yok. Bu kelime bir şeyi atıp ondan kurtulmaktır. Yani ortada üflemek diye bir kelime yok.
Burası "atanlar" şeklinde olmalıdır.
Geldik en önemli kısma
فِي الْعُقَدِ/ fi l-ukad. Fi bir harfi cer. "De-da" anlamı katar. "İçinde-hakkında-için- beraber-göre" anlamları da verebiliyor. Peki Kuran'da geleneksel mistik büyünün olmayıp, düğümlere üfleyenler iması olmadığına göre sorun ne? İlk önce kelimemize bakalım. Kelimemizin aslı
عقد/ayn-kaf-dal şeklindedir. "Düğümlemek-bağlamak-akdetmek" manasındadır. Akid kelimesi de buradan geçer bize. Bir kişiyi bağlayan sözleşme yapmaktır. Bir kişiyi düğümlerseniz istediğiniz şeyin dışına çıkmayacaktır. 
عَقَدَ صُلْحًا بَيْنَهُمَا/ikisi arasında barış bağladı/ sözleşmesi yaptı. "Ukad" şeklinde bildiğimiz düğüm manasındadır. Edip Yüksel her ne kadar "sözleşme" desede, burada verebileceği anlam bu değildir. Peki anlamı ne olmalıdır? Aslında türkçe meal vermekten önce en başta farklı kıraat vermek gerekmektedir. "Düğümleri kabul etmeyip atmak" anlamı saçma olacaktır. عُقَدٌ/ukad kıraati bizi "düğümlere üfleme" manasına, olmayan mana vermeye zorlamaktadır. Peki kıraati bu şekilde değil de 
الْعَقْدِ/ akdi şeklinde yapsak? O zaman ise anlam "sözleşme bağı" olmuş olur. Peki bunun karşılığı Kuran da var mı? Tabiki de var.
Maide/1
...يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ
Ey güvenmiş olanlar, sözleşme bağlarınızı yerine getirin...

Ve maide 13 e tekrar geliyoruz.
Maide/13
فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ
Bağlılıklarını bozmalarından dolayı döngülerini katılaştırdık. Kelimeyi konulduğu yerden kaydırıp, akılda olandan paylarını unuttular...

Maide/15
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ
Ey bu yazının uzmanları elbette size,  bu yazıdan gizlemiş olduklarınızı çokça ortaya koyan rasülümüz geldi. Yine de (günahlarınızı) çokça bağışlıyor. Gerçekten Allah'tan bir nur ve açıkça ortaya koyan bir yazı gelmiştir.

Önceki ayetler günahlarla ilgili olması, ve burada gizlemekten bahsettiği için günaha girdikleri belli olduğu, ayrıyeten hem bir çoğunu açıklayıp hem de bir çoğundan vazgeçme diye bir saçmalık olamayacağından burada "günahlar" kısmı hazf edilmiştir. Allah bazı gerçekleri gizli bırakmaz, bütün gerçekleri ortaya koyar. Burada her şeye rağmen günahlarını çokça affettiğinden bahseder.

Nahl/89
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Ve sana her şeyi ortaya koyan ve teslim olanlara rehber, rahmet ve müjde olarak her şeyi açıkça ortaya koyan bu yazıyı indirdik...
 
Allah her şeyi ortaya koyar, bir kısmını değil.

Maide/21
يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ
'Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı o temizlenmiş yere girin ve reddetmeyin. Eğer arkanıza dönerseniz hüsrana uğrayanlardan olursunuz."

Maide/22
قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّ فِيهَا قَوْمًا جَبَّارِينَ وَإِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا حَتَّىَ يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِن يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِنَّا دَاخِلُونَ
"Ey Musa,kesinlikle orda zorba bir kavim var, onlar çıkıncaya kadar oraya girmeyiz, eğer çıkarlarsa o zaman gireriz" dediler.

Felak suresinde bahsedilenler İsrailoğullarıdır.
Ve onlar "sözleşme bağları" ını kabul etmeyip atmışlardır. Fi harfi ceri "için" manasına gelmektedir. Zaten neffasati kelimesi, kabul edemekten dolayı atmaktır.
Felak suresi
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ 
وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعَقْدِ
De ki" tasarladıkları şeylerin kinci kötülüğünden, içlerinde gizlendiği zaman kuşatan kinci kötülükten, sözleşme bağını kabul edemeyerek atanların terbiyecim sayesinde ortaya çıkan kinci kötülüğünden korumaya girerim"
 
Son olarak 
حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ/hasedin iza hased.
Hased kelimesi İsfihani de şöyle tanımlanmış
"Hak edenin elindeki nimetin elinden alınmasını arzu etmektir. Bazen, bu istekle beraber, onun elinden alınması için çalışmak da bulunur."
Kuran'da genel olarak gördüğümüz şey kıskançlıktan ibaret olmayıp, bu kötü düşünceden dolayı ellerinden almaya çalışmak, hidayete ulaşmamaları için çalışmaktır.
Yani anlam"kıskanlıkla kayba uğratmak isteyen" anlamı olmalıdır. Maaelsef bunu tek kelimeyle yansıtamıyorum. Felak suesin de bu çalışma ve tespitlerimde ortaya çıkan mana
Felak suresi
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ مِن شَرِّ مَا خَلَقَ وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ
وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعَقْدِ وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ
De ki "tasarladıkları şeylerin, içlerinde gizlendiği zaman kuşatan şeyin, kabul edemedikleri için sözleşme bağını atanların ve  kısçançlık edenin kıskançlıkla kayba uğratmaya çalıştığı zaman kinci kötülüğünden, terbiyecimin gerçeği oraya çıkarması sayesinde korumaya girerim"

Eksik veya hata görürseniz belirtirsiniz hacılar. Düğümlere üfleyen diye bir mananın Kuran'a ters olduğu zaten açıktı. Hem 1 cümlelik ayeti 7 ye bölerek okumaya çalışmak, hem, yorumu sözlük manası yerine koyma hem de kıraatten dolayı anlaşılması zor bir ayet çıkmış karşımıza. Hem de Kuran'da karşılığı olmayan yapay bir kavram. Her ne kadar Edip yüksel "sözleşmelerini bozanlar" diye mana verse de bu kıraatte o mana mümkün değil. Umarım ayetin gerçekte ne anlatmak istediğine az da olsa vâkıf olabilmişizdir. Bu ayetlerin namaz duası değil Kuran'ı anlamak için önemli bir parça olduğunu unutmayalım. Allah'a dua her an, samimice ve kendi cümlelerimizle yapılması gereken şeydir. Zamanı olmaz. Ayetler Kuran'ı anlamak ve rehber olmak için inmiştir. Bu seferlik benden bu kadar, selametle.



Yorumlar

  1. agabey kiraati neden degistirdin iki ayri kelime var tamam arapca bilgim fazla yok ama farkli kelimelerin anlamlarinin farkli oldugunu dusunuyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kıraatin neden yanlış olduğunu belirttim. Kıraatler Kuran değil, kutsallaştırmanın lüzumu yok. ukad olunca anlamı uymuyor hiç bir türlü

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kuran'da Salat

Nisa 3 Çok eşlilik ve ma meleket eymanukum kavramı

Ramazan ayı, oruç/Siyam ve Bakara 187