Ali İmran 7- Anlaşılmaz ayetler meselesi
Ali İmran 7; hepinizin malumu, anlaşılmaz veya manası birden fazla olan diye sunulan ayetler. Gelenekçiler için genellikle anlaşılmaz, veya manası ancak Allah ve çok derin ilme sahip olanlar için anlaşılan ayetlerdir. Bazıları için anlamları birden fazla olan, bazıları içinse bilimsel yöntemle anlaşılan ayetlerdir. İlginç olan ise 'o meallere göre' müteşabihlerin peşine düşenlerin kalplerinde eğrilik olduğu, onların peşine düşenlerin sapacağı şeklinde. Asıl ilginç olan ise o dedikleri yerde "Müteşabihat" yazmaması. Oraya geleceğiz zaten. İkinci tartışma da; Bunu yalnız Allah'ın bilip ilimde derinleşenlerin sadece iman ettiklerini söylemeleri mi? Hem Allah'ın hem ilimde derinleşenlerin anlayabileceği mi? Tartışması. Bazıları ise, bakın Allah acele şekilde karar verirseniz sizi saptıracak şeyler de koymuş, o yüzden anlamak için hemen atılmamak lazım falan. Ama saçma olan şu ki, en basit şeyde bile acele etmemek lazım zaten. Siz acele ile hiç bir sonuca sağlıklı şekilde ulaşamazsınız. Acele kelimesi arapçadır ve kelimenin tanımı;"Zamanından önce bir şeyi istemek veya aramaktır."(Ragıp El İsfihani, Müfredat. Sayfa 675). Siz bir şeyi zamanından önce, doğru anlaşılacak yöntem olmadan anlamaya kalkarsanız, bu her şey için geçerli. Yani Muhkemler hemen anlaşılır da, diğeri hemen anlaşılmaz, direkt hüküm çıkarırsan yanarsın gibi şeyler baya saçma. Üstelik bu rehber olan bir kitapta ise cidden saçma. Bizim Kurancılar hadisçilere, hadisler konusunda; "Kaçtane hadis sahih, kaç ayet neshedilmiş size göre, sayısı var mı?" Diye itiraz getirirler. Peki sormak gerek, kaç ayet anlaşılır, kaç ayet anlaşılmaz? Bu anlaşılır ve anlaşılmazlık neye göre? Bir çok insan için en basit ayetler bile çok zor anlaşılıyor. Hatta bazıları için arapça zaten tek kelimesi 166464846484849484884 tane anlam ihtimaline sahip, o piti piti yaparak seçiyoruz. Ben öyle düşünüyorumcuları saymıyorum zaten. Onlar için ak, kara olarak anlaşılabilir. Herkes delilsizce atıp tutsun. Hangisi muhkem, hangisi müteşabih nereden bileceğiz? Bir de bu söylem sanki başka insanların kıvırmaları gibi geliyor. "Sen o ayetin böyle olduğuna bakma, vakıf olamadın, o halde saparsın." Sanki sufilerin, mistiklerin taktikleri gibi duruyor. Çok anlama gelebilen diyor bazıları. Aslında müteşabihin anlamı da bu değil. Her türlü müteşabihlerin anlaşılmaz ve uzak durulması gereken şeyler olduğu, ya da temkinli davranılması gerektiği söyleniyorsa, artık bu kitaba inanılmaz. Çünkü zümer 23'ün diğer genel mealine bakarsak bariz bir çelişki var.
Zümer/23 Erhan Aktaş meali
Allah, hadisin en iyisini; muteşabih, ikişerli bir Kitap halinde indirdi. Ondan, Rabblerine karşı içtenlikli saygısı olanların tüyleri ürperir. Ardından da benlikleri ve kalpleri Allah'ın öğüdü ile huzura kavuşur. İşte bu, Allah'ın doğru yolu gösteren kılavuzudur. Onunla dileyeni doğru yola iletir; Allah, kimi sapkınlıkta bırakırsa, artık ona doğru yolu gösteren bulunamaz.
Bayraktar Bayraklı
Allah, mana ve lafızları birbiriyle uyumlu ve ikili anlatımlı kitabı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rabblerine saygı duyanlar onu okuyup dinleyince tüyleri ürperir. Sonra bütün benlikleri ve kalpleri Allah'ı anmaya yumuşar. İşte bu kitap, Allah'ın doğru yoludur. Onunla, dileyenleri doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa, artık ona doğru yolu gösterecek hiçbir kimse yoktur.
Bayraktar Bayraklı da, Ali İmran 7 ayetindeki anlaşılmaz, çok anlamlı olan müteşabih te birden bire "Mana ve lafızları birbiriyle uyumlu" ya dönmüş.
Edip Yüksel Meali
ALLAH en güzel hadisi, tutarlı ve ikişerli bir kitap halinde indirdi. Ondan dolayı Efendi'lerini sayanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri ALLAH'ın mesajına karşı yumuşar. Bu, ALLAH'ın yol göstermesidir; dilediğini/dileyeni ona ulaştırır. ALLAH'ın saptırdığı bir kimseye rehber bulunmaz
Zümer 23 Diyanet
Allah, sözün en güzelini; ayetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah'ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur'an Allah'ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.
Zümer 23 Elmalılı
Allah kelamın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur.
Görüldüğü üzere, Ali İmran 7 de ona uyan sapar, veya çok anlaşılmaz derken. Zümer 23 e bir bakıyoruz, en doğru yola iletiyor. Şimdi, Ali İmran 7'yi geleneksel şekilde kabul etmeyince, "işinize gelmiyor sizin!" diyeceklerdir. Kardeşim bariz bir çelişki var. Çelişkili kitaba niye inanayım? Bir yerde müteşabihe uyan sapar, onu kimse bilmez derken bir yerde müteşabihe uyanlar en doğruya iletilirler diyor. Çelişkili bir kitaba daha dünden inanmaya hazır olanlara bişey demiyorum. "Kardeşim alimler anlam verdiyse susacağız!" Diyorsundur. Tamam, sus ve çelişkiyi kabul et. Eğer gerçekten dediğin kadar rasyonelsen de dinden çık. Dinden çıkmıyorsan da rasyonel geçinme. Gerçekten bu muhkem ve müteşabih konusunu herkes saçma sapan ve ayette olmayan şekilde işlediği için diğer görüşlere çok girmek istemiyorum. Dileyen müteşabih ayetler konusunu araştırsın. Benim dediğim şey; Önce ayet ne diyor ona bakalım, meale değil. Meali değil, ayeti anlamaya çalışalım. Meali okuyup hemen başlıyor açıklamaya, tefsir etmeye. Tefsir etme, makul oldukça yorum yapma demiyoruz. Ama önce ayetin ne dediğine bak, meal yazarının değil.
Ali İmran 7 ayetinin kıraatteki hali böyledir
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ/hüvellezi enzele aleyke l-kitabe minhi âyâtün mühkemâtün hünne ümmü l-kitabi ve üharü müteşâbihatün
Bunun aslında kitabı tanıtan tek cümle olduğu kanaatindeyim. "هُوَ/hüve" bizdeki "o" zamirinin karşılığıdır. Sonra "الَّذِي/Ellezi" kısmına geliyoruz. Arapça'da Edatlar; Hasan Akdağ kitabından da bakabilirsiniz. Kendinden sonra gelen cümleyi, daha önce geçen cümle veya kelimeye bağlar. Aslında konu da olabilir bu denen. Bizdeki "O, zamanında top oynadığımız kızdı" dediğinde. Aslında daha önce bahsedilmiş bir kızdan bahsediyorumdur. İşte "zamanında top oynadığımız" diyerek bir alaka, bir ilgi kuruyorum. Bu cümleyi genelde "Sana kitabı indiren odur." Diye bitiriyorlar. Hani tanıtım? Zaten "kitap indirdik" diye söyleniyor. Ellezi ismi mevsulünün tam yerine oturması için cümleyi devam ettirmek lazım. En saçma olanı ise, ellezi ismi mevsulünü tanıtım amaçlı gibi almak. Ellezi ismi mevsulü tanıtımı yapılmış olandan bahseder. Yani bunun tam tanıtımı olan ayet burası değil başka ayetlerdir.
Bakara/7
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle, gerçeği bile bile inkar etmiş olanları uyarmışsın veya uyarmamışsın eşittir, güvenmezler.
Burada kâfirlerden bahseder ve genel olarak o kâfirler Kuran'da anlatılır. İsmi mevsulü tanımı yapılandan bahsedenden alıp, tanımı yapana çevirmek cidden akıl tutulması. Aslında demeleri gereken şey; "Bu özellik Kuran'da nasıl anlatılmış, nerelerde geçiyor ve nasıl tanımlanmış?" Olmalı. Ama bunlar kalkmışlar, bu ayeti, muhkem ve müteşabihi tanıtan ayetler yapmışlar.; "Ya, bu Müteşabih nedir, tanımı nedir? Diyerek zümer 23 e baksalardı, ve ayeti öyle anlasalardı bu yanlışa sürüklenmeyeceklerdi.
Benim verdiğim "O, zamanında top oynadığımız kızdı" cümlesine gelelim. Bunu nasıl anlarız?
"Ben 5 yıl boyunca Çatalca köyünde oturdum, iyi anlaştığımız komşu kızı vardı, her gün okula beraber gider gelirdik. Biraz sert ve katı birisiydi ama bana karşı kibardı, herkesle hemen anlaşamazdı. Köydekilerin algısının aksine futbolu severdi ve kadın futbol takımına katılmak isterdi. Bana her gün bu hayalinden bahsederdi, köydekilerin algısının aksine futbolu sevmezdim ama darılmasın diye ilgiliymiş gibi yapardım. Bir sabah kapıyı çaldı ve "hadi kalk, ileride kadın futbol takımına girmem için çalışmam lazım. Sen de bana yardım edeceksin" dedi. O gün sabahtan akşama kadar top oynamıştık."
Evet, bu şekilde de başka yerin anlatıldığı metin olsun. Gördüğünüz gibi asıl tanıtım burada. "O, zamanında top oynadığımız kızdı" cümlesi, zaten tanıtılmış olandan bahsetmek içindir. Ama tam tersi, tanımı yapılmışı anlatan cümleyi, tanımı yapan olarak aldıkları için ortalık tamamen karışmış. Bu kuralı görmek ve anlamak bu kadar mı zor cidden? Aslında burada kafalarında zaten bir tanım olup, o tanımı buraya yedirmek istedikleri anlaşılıyor.-her zaman yaptıkları gibi.- Geçmiş alimler bu kitapta anlaşılmaz ve kapalı ayetler olduğu inancına sahipmiş ki bunu yedirmek için ismi mevsulü takmamışlar bile. Gerisi zaten öncekileri takip etmiş, bunun üzerinden yorum yapmış. Bu dediğim hata zaten bir çok yerde yapılıyor. Tevbe 29 ayeti de aynı şekilde
Tevbe/29 diyanet işleri
Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
Cümle
قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ/Kâtilü l-lezine la yüminüne billahi ve la bilyevmi l-âhiri
Burada da ellezine ismi mevsulü ile başlamış cümle. Ayeti sanki şöyle gibi sunmuşlar "Karşınıza Allah'a ve ahiret gününe inanmayacak vs kişiler çıkacak. O kişiler çıkarsa gidin savaşın onlarla." Sanki bunu demiş, halbuki anlatılmış, yaşanmış ve tanıtılmış kişilerden bahsediyor. Önce onları bulacaksın ki, ona göre anlayacaksın.
https://www.instagram.com/p/CSSJlQIDhpk/?igshid=YmMyMTA2M2Y=
Bu postumda ne olduğunu anlatmıştım. Dileyen baksın. İşte bunu gözardı ede ede saçma sapan yerlere gelmişiz. Bu bir yorum veya, böyle de anlaşılabilir gibi bişey değil. Bir gramer kuralı. Bu ifadeleri tamamen görmezden gelenler değil, açık açık o ifadeyi koyan Kuran suçlu oluyor nedense. Bu ayet tanıtım değil, tanımı yapılmışı anlatan ayettir. Yani zümer 23 ile Ali İmran 7 çelişkili değil, biri tanım, diğeri tanımı yapılmıştan bahseden ayet.
O yüzden şimdi zümer 23 e bu gözle bakalım. Buradan da müteşabihin tanımını bulalım.
Zümer/23
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاء وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
Cümle, "Allahu nezzele ehsene l-hadis" diye başlamış. Nezzele kelimesi "نزل/nun-ze-lam" kökündendir. Aslında tefil babı ile gelmiş. Bir "nezele" indi demek. Bir kelimeyi, müteaddi/geçişli yapmanın iki yolu vardır. Birincisi ifal babı. Fiilin başına elif eklenir, bir sonraki harfi cezmedilir ve أنْزَلَ/enzele şeklinde "indirdi" manası alır. Diğeri de tefil babı. İşte burada geçen. "nezzele" ikisinin de farklı amacı olmalı. İfal ile tefil babının farkı, tefil babı o işin çokça veya daha tesirli yapıldığını gösterir.(İlyas Karslı arapça türkçe sözlük sayfa 2000) Kuran da zaten enzele fiili geçmektedir. Hem enzele indirdi, hem nezzele indirdi. İki farklı kalıp ama tamamen aynı anlam. Ne oldu anlatılmak istenen, uçtu gitti. Burada düz "indirdi" değil "çokça indirdi" deniyor.
أَحْسَنَ/ehsene deki kök "حسن/ha-sin-nun" ve kökünde "güzel olmak, hoş olmak, uygun olmak, istenen biçimde olmak" anlamları vardır.(İlyas Karslı Arapça Türkçe sözlük, sayfa 556) bu kelime düz "güzel" değil, uygun güzelliktir. Muhsin de aslında "uygun güzellikte davranan" demektir. Burada "en uygun güzellikteki" demiştir. Allah'ın indirdiği yalnızca güzel değil, en uygun ve en güzelidir. Sonra ise "hadis" kelimesi "olmak, meydana gelmek, sonradan olmak" manası vardır kökünde. "حَدُثَ/haduse" şeklinde "yeni olmak, sonradan olmak" demektir. أَحْدَثَ/ehdese" şeklinde ise "meydana getirmek, icad etmek" anlamları var(İlyas karslı, Arapça türkçe sözlük. Sayfa 504) Bir de isfihani sayfa 268 de yazan "Araz(bulgu) olsun, cevher olsun, bir şeyin başta yok iken sonradan var olmasıdır." Şeklindedir. İcad etmek anlamı da bundandır. Olmayan şeyi ortaya çıkarmak. Hadis temelde söz olmasa da, söz olarak kullanılırsa "sonra gelen söz" şeklinde olabilir. Yani aslında burada bile, muhkemlerden daha sonra gelen ayetler olduğu, önce Muhkemlerin söylendiği anlaşılır.
كِتَابًا مُّتَشَابِهًا مَّثَانِيَ/kitaban müteşâbihen mesâni diye tamlama gelmiş. "Kitaban" kelimesine çok girmeyeceğim. Aslı yazı demek. Aslında "yazgı" şeklinde mastardır. Ama tabi bizdeki "yazgı" algısı başka. Yazıdır karşılığı her halükarda. Bu kelime kural da ifade eder. Kökünde, bir şeyleri dikerek bir araya getirmek demek.(Ragıp el isfihani. Sayfa 892) Yazı da harflerin ve kelimelerin bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşturulması. Yazı bir nevi kurallar bütünüdür. Ama şuanlık bu blogun konusu değil. "Müteşabih" kelimesine gelirsek. Kökü "شبه" dir. Bildiğin "benzemek" demektir. شَبَّهَ/şebbehe" ise benzetmek anlamına gelir. "تَشَابَهَ/teşabehe" ise "birbirine benzemek, benzeşmek" demektir. ("İlyas Karslı arapça türkçe sözlük sayfa 1318) Cümle kullanımlarından dolayı bu kelimenin "anlaşılmaz, kapalı, muğlak" anlamları var sanılıyor. Aslında yine aynı mesele, cümlede kullanım ile kelimenin has manasını ayırt edememek. Zaten bir çok problem de, bir kelimenin onlarca anlamı var söylemi de buradan çıkmaktadır. Sözlüklerde geçeni ve mantığını anlatalım önce.
شَبَّهَ عليه الأمر/"işi ona olduğundan farklı gösterdi"
Diye mana verilir. Asıl yazan ise "ona işi benzetti/benzeştirdi"
Yani bir işi asıl olmayandan başkasına benzer hale getirerek farklı anlamasına neden olmak.
شَبَّهَ عليه قضية/problemi ona olduğundan farklı anlattı.
Burada yanlış olana benzeterek, yanlışını doğru gibi göstermekten bahsediyor yine. Kök anlamından hareketle ve yanında yazanla düşünmeyenler bu kelimenin direkt olarak "şüpheye düşmek/şüpheli olmak" olduğunu zannedecektir.
اشتبه عليه الأمر
Aslında bu şekilde geliyor. O işe benzemek, benzeşmek. Yani o kadar benziyor ki, doğru mu değil mi şüphede kalıyor. Mesela ikiz kardeşleri ele alalım. İkisi de birbirine çok benziyor. Çok az bi fark dışında tıpatıp aynılar. Siz artık hangisinin hangisi olduğuna karar veremezsiniz. Nasıl sesleneceğinize hep şüpheli bakarsınız. Aslında şuan kullandığım şüphe de aynı kökten. Bize yine yanlış geçmiş aslında. Yani burada aslında bir şeyi diğerinden ayırt edemeyecek kadar benzetmek, kararsız bırakmak. Veya yanlışa götürecek kadar yanlışı doğru gibi göstermek.
Yani aslında bu kelimenin "anlaşılmaz/karışık, şüpheli" gibi anlamları yok.
Müteşabihat'ın geldiği kalıp "تَشَابَهَ"/teşabehe şeklinde. Bizeki karşılığı işteş fiil. Yani en az iki şeyin birbirine benzemesi ve karşılıklı. Burada karışıklık veya muğlaklıkla alakalı bir şey yok. مُتَشَابِهًَا/müteşabihan ise. İsmi müteaddi ismi meful kalıbına giriyor. Anlamı aslında "karşılıklı benzeşim kurulan" şeklindedir. Anlaması bu kadar zor değil aslında. Teşbih te zaten benzetme demek. Nedir bu? Bir şeyi başka bir şeye benzeterek daha anlaşılır hale getirmek. Bu da öyle. Matematikte örnek çözmek gibi. Konuyu anlatır hoca, tamamen yerleşip anlaşılması için örnek çözer, ve birbirine benzer, konuya benzer örnekler. Teşbih sanatı vardır dilde hatta. Bu benzetme karışıklık yaratmak değil daha iyi anlatabilmek içindir. مَثَانِى/Mesani kelimesinin de çoğul olması lazım. Aslında ikişerli değil, çifterli demek daha uygun olur. İkişerli daha çok iki iki gibi duruyor. Ama çifterli dediğimizde ikiden fazla çiftliği ifade etmiş oluruz.(İlyas Karslı Arapça türkçe sözlük sayfa 348). Asıl konumuz bu ayet olmadığı için ve amacımız müteşabihi öğrenmek için bu kısmı alacağım.
Zümer/23
Allah sonradan gelen sözün en uygun güzelliktekini; Birbiriyle benzeşim kurulan çifterli yazı olarak çokça indirmiştir...
Devamını da Erhan Aktaş mealinden alarak okursak.
Zümer/23
Allah, sonradan gelen sözün en uygun güzelliktekini; Birbiriyle benzeşim kurulan çifterli yazı olarak çokça indirmiştir.Ondan, Rabblerine karşı içtenlikli saygısı olanların tüyleri ürperir. Ardından da benlikleri ve kalpleri Allah'ın öğüdü ile huzura kavuşur. İşte bu, Allah'ın doğru yolu gösteren kılavuzudur. Onunla dileyeni doğru yola iletir; Allah, kimi sapkınlıkta bırakırsa, artık ona doğru yolu gösteren bulunamaz.
Müteşabihin ne olduğu burada açık olmuştur diye düşünüyorum. Sonra bu mevzuyu daha iyi anlamak için hud 1 ayetine gidelim.
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
(الر) Hakim ve Haberdar olan tarafından ayetleri sağlam sınır çizilmiş,sonra da ayrı ayrı açıklanmış yazıdır.
Neden bu manaları verdiğime geleceğim. أُحْكِمَتْ/ühkimet kelimesi حكم/ha-kef-mim kökünden gelir. Muhkem ile aynı kök. "Bir şeyi ıslah etmek için bir tür alıkoymak/engellemektir"denmiştir. (Ragıp el İsfihani sayfa 299"
İlyas karslı sözlüğünde en kökte "karar vermek, yargılamak, hüküm vermek" şeklinde anlam verildiğini göreceksinizdir. Ama gözden kaçan şey.
حكم القاضى/Hakeme l-kadi şeklinde gelmesi. Aslında, yargıcın sınır çizmesi. Hakimin bağlayıcı bir şey söylemesi. Kadı diye de bize geçmiş zaten. Mahkeme bir hırsıza ceza verdiği zaman, başkaları zarar görmesin diye sınır çizer, engel koyar. Bu sınırlama birini hapsetme değil, insanların yararına olmasıdır. Yani aslı hakimin sınırlamasından gelir. O yüzden "vazgeçirmek, alıkoymak, hayvana gem vurmak" anlamları gelmiştir. أحكم/ehkeme şeklinde ise, sağlam şekilde sınır çizerek sağlama almak. Sağlam şekilde bağlamak. Zaten burada geçende meçhul fiil. Muhkem, bağlayan, zarar verilmemesi için sınıra bağlayan gibi anlamlara gelir aslında.
Fussilet ise فصل/fe-sad-lam kökündendir. "Aralarında bir boşluk oluşuncaya kadar, iki şeyden birini diğerinden uzaklaştırmaktır" denmektedir.(Ragıp el isfihani sayfa 798) فَصَّلَ/ fassale fiili de açıklamak için kullanılır. Ama kökünden de anlaşılacağı gibi, "ayrı ayrı açıklamak" demektir. Kuran'da direkt böyledir. Kıssalar arası bağlantılar ayrı ayrı surelerdedir. Bir hükmün açıklanması başka yerdedir. Yani Kuran'a dağılmıştır. Düz bir metin olarak değil, Kuran'ın ayrı ayrı yerlerinde açıklanmıştır. İşte Muhkem ve müteşabihin tanımı. Muhkem sınırı çizmiş ve belli şeyler. Müteşabihte daha sonra ayrı ayrı yerlerde benzeşim kurarak açıklayan.
Bu kadar örnek yeterli olur sanırım. Şimdi ise bu bilgiyle ayeti anlamaya dönebiliriz. Keşke 1400 yılda akıllarına gelseydi. Tabi bi akıllı ben değilim. Aklına gelenleri de kendi zamanındaki "... yıldır kimse bilemedi mi?" diye yargılamışlardır, kafa kesip kâfir ilan etmişlerdir. Müteşabih ve muhkem bilgisiyle ayetin ilk kısmınabakalım şimdide.
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ
Huve ellezi enzelne diye başlamış ayet. Nezele fiilini işlemiştim önceki yazıda. "Olduğu gibi ulaştırmak" demektir. Aleyke, senin üzerine ve kitab kelimesi. Kitab kelimesine şuan girmeyeceğim. Çünkü başlı başına bir konu. "كتب/kef-te-be" fiilinden gelir. Aslı yazmaktır. Arapça da bizim anladığımız kitaba mushaf denir. O yüzden Kuran kitabı duymayız, Kuran mushafı duyarız. Kuran nüshası da, Kuran kopyası demek. Aslında yazı kavramı çok geniş. Bir kelime de kitab olur, bir cümle de, bir paragraf ta, binlerce cilt mushafta, hatta dünyadaki tüm yazılanlarda. Tabi doğru şekilde yazılanları diyorum. Doğru kurallarla bir araya gelene yazı denir. İçinde hata ve saçmalık olan yazı değil karalamadır. Kitabı, aynen kitap diye çevirmek tamamen yanlış algıya yol açan şey. Bir ara, Kuran yazılı indi denmesine; gökten direkt kitap düştü dalgası yapılmasının sebebi bu zaten. Kitabı direkt ciltlenmiş ve bitmiş mushaf zannediyor. Bu mantıkla "كاتب" kâtibin "yazan kişi" değil "kitap çıkaran kişi" olması lazımdı. Arapça kelime bize geçti diye "hadi olduğu gibi katalım" demek ayrı bir yanlış. Bize geçtiği, doğru geçtiği anlamına gelmez, -ki çoğu yanlış geçmiş.- Bu yazının anlamı bizdeki düz yazıyla sınırlı değil, ama şimdilik, "yazı" olarak bırakacağım.
منه/ minhu ise onun ayetlerinden, demek. Burada ise bir bölümünü ifade eder. Yoksa cümle saçma olurdu. ايات/ayât ise ayet kelimesinin çoğuludur. Bir şeyi gösteren işaret demektir. İsfihani sayfa 112 de şu geçer. "Bir kişi onların açık kısmını kavradığında, onun bizzat idrak edemediği diğer kısmını da kavrar. Çünkü, onların her ikisinin de hükmü aynıdır" Allah'ın neden ayet kelimesini kullandığı anlaşılıyor aslında. Çünkü Allah görülmez, fakat her varlık onu gösterir. Allah gözle görülüp kuşatılamayacağı için, onun görünmesine gerek kalmadan onu anlatan şeyler olmalıdır. Ayet aslında "kesin işaret" demektir. Muhkem kelimesinin köküne değinmiştik. Ehkeme de aslında bağı sağlam yapmakla ilgilidir. Ayat "kesin işaretler" demektir.
"محكمات" Mühkemat kelimesine gelirsek. Kökünden zaten ayrıntısıyla bahsetmiştim. Aslında "sağlamca bağlananlar" gibi anlamı var. Bu haliyle ismi meful kalıbında gelmiştir. Aslında bunu anlamak için biraz Kuran'ın yapısına bakmak lazım. Müteşabihi zaten açmıştık. Aslında surelere bakarsanız, en başta bir tanıtım, ne olduğunu söyleme, sonra ise bunu açma vardır. Bakara dan bakalım. 2 ve 4. ayetler aslında tek cümle olduğu için birlikte alınacak.
Bakara/2-4
ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
İçinde kuşku olmayan yazı ; Ğayba güvenen, takibi ayakta tutan, rızıklandırdığımız şeyden harcayan, sana ve senden önce olduğu gibi ulaştırılan şeye(yazı) ve ahirete de kesin inanan muttakiler(korunak edinenler) için bu rehberdir.
Görüldüğü üzere bir tanıtım var. Ve
Bakara/6
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle gerçeği bile bile inkar edenler için, uyarman veya uyarmaman eşittir, güvenmezler.
Bakara/8
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Naslardan bir kısmı, güveniyor olmadıkları halde "Allah'a ve son güne güvendik" derler.
Bakara/9
يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar Alalah'ı ve güvenmiş olanları kandırmaya çalışırlar. Fakat benliklerinden başkasını kandıramazlar, şuurunda da olmazlar.
Ve şimdi de bakara suresinin devamına yüzeysel olarak bakın. Bu anlatılanların özelliklerinin daha da ayrıntılı anlatıldıklarını göreceksinizdir. Ali İmran suresi, Araf suresi. Hangisine bakarsanız bakın, bir tanım ve onu açma, iyice ayrıntılandırma olduğunu göreceksinizdir. Bu yüzden kıraatte "Mühkemat" okunuşunu değil "مُحْكِمَاتٌ/Mühkimat" okunuşunu tercih ediyorum. Peki farkı ne derseniz. İsmi meful, ismi fail farkı. "Mürsel/gönderilen" "mürsil/gönderen" burada harekeleme olarak iki okunuş ihtimali var. Elimizdeki kıraatte ismi meful anlamı vermişler, ben ise ismi fail anlamı veriyorum. Böylece anlam "Sağlam bağlanan" dan "sağlam bağlayan/sağlam sınır çizen" anlamına dönmüş oluyor. Bu kelimenin "yargılamak/yargıda bulunmak" anlamı da vardır. Tanımına bir sınır çiziyor. İman edenler zarar görmesin diye onlar hakkında yargıda bulunup kapsamını çiziyor. Kelimenin tam manasını yansıtmak için, "çerçeve çizenler." demek doğru olacaktır. Başka türlü "zarar vermemesi için sınırlama getirenler" diye hatta daha da uzun gider. İlk başta kâfirin, münafığın, müşriği, müminin, müslimin, muttakinin çerçevesini belirleyip sonra ayrıntılı olarak anlatılyor. Hud 1 ve 2, zümer 23 ayetlerinde bu belli zaten. Ama kıraate bağlı kalsak, ayet bizi "çerçeve çizilenler" anlamına zorlardı ve işin içinden çıkmak zorlaşırdı. Tanımı yapan ayetlerdir. "Hünne" ise "dişil" onlar demektir. "Ümmü" kelimesi kökü "امم/elif-mim-mim" dir. Sözlükte "imam olmak, önde olmak, öne geçmek, önder olmak" diye anlamlara gelir kökünde. "أُمٌّ/ümm" ise "anne-merkez-asıl-öz" demektir.(İlyas Karslı arapça türkçe sözlük. Sayfa 110) Enam 92 de "şehirlerin anası/merkezi" için kullanılmıştır. Ana kelimesi bizde de benzer şekillerde kullanılır. Bir çocuğu yetiştiren, asıl geldiği ve en önce bakıp eğiteni annesidir her zaman. Bu yüzden bu kökten gelmiştir. Burada mana "özüdür" şeklindedir. Asıl hükmü anlayıp, ona göre hareket edeceğimiz. Onu açan ve anlatanlarsa, bu özünü daha iyi anlamamızı, iyice kavramamızı sağlar. Kuran'daki müteşabihler sayesinde daha iyi anlarız. "Ümmül kitabe" şeklinde gelmiş. Yani "yazının özüdür." Devamı olan "أُخَرّ/üharü" ya gelirsek kökü "اخر/elif-hı-ra" şeklindedir. Aslı "geriletmek, geride bırakmak" şeklindedir. "Son" anlamı da aslında "her şeyi gerisinde bırakan" şeklindedir. Müteaddi şeklinde "son olmak" anlamına geliyor. "Üharü" da "aharü" nün çoğuludur. Aslında "ilerisi" şeklndedir. Geride bırakıp sonrası olan. Buraya "sonrası" demek daha mâkul olacaktır. Aslı da budur zaten. Öbürü dediğinde, daha önce gelen de olabilir, ama burada daha sonra gelen öbürü şeklinde. Ve geliyoruz ilk cümlemizin son kelimesine. Fakat bu kelimeyi konuştuğumuz için geçiyorum. "Benzeşim kurulan" şeklinde anlamı olması gerekiyor. Burası tanım koyan değil tanımlanmıştan bahseden ayetti. Buraya verdiğim anlam.
Ali İmran/7
O, yazının özü olan; kesin işaretlerinin bir bölümü çerçeve çizen, sonrası benzeşim kurulan(kesin işaretler) yazıyı sana olduğu gibi ulaştırandır...
Tanıtım yapılmışı anlatan ayeti tanım yapan ayet olarak alan bu müktesebatı cidden alkışlamak gerekiyor. Ayeti anlamamak için çaba sarf etmişler. Klasik tefsircileri cidden anlarım. Onlar ayetlerin belli bölümünü anlaşılmaz sunacak ki kendilerine pay çıksın, hadis diye uydurduklarına pay çıksın. Ehli sünnet öyle sunacak ki, "sakın ha okuma yanarsın" desin, "biz olmadan ayete bakma" desin. "Alimler olmadan sakın ha bir şey deme, bak saparsın" desinler. Onlar sırf kendilerine uydurması için hiç bir şeyi takmazlar, orası belli. Peki kendisine Kuran müslümanı diyenler ne oluyor da bunu yapıyorlar? Hani Mehmet Okuyan gelenekçi, Bayraktar Bayraklı gelenekçi vs, azıcık bir Kuran müslümanı iddiası olanlar da bunu yapıyor resmen. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Kuran'daki dili bir ırkın dili yapmanın zararı bu işte. Ne kadar saçma ve alakasız olursa olsun, onlar o anlamı verdiyse bitti, üzerine söz söylenmez. Kafa tamamen bu. Meal verirken, anlam verirken Kuran'a baktıkları yok. Tefsirler içinden kendilerine göre anlama bakmışlar sadece. Geleneksel tefsirlerin de amaçları zaten belli. Onlar da Kuran'a bakarak değil tanaha bakarak yapar, siyere uydurmaya, kendilerine pay çıkarmaya çalışırlar. Hiç kusura bakmayın, geleneksel ve herkesin verdiği anlamı verdiğimizde Kuran çok kaypak bir kitap oluyor. Çelişkisi var ama çelişkisini saklamak için "aman ha, sen bu düşünceye kapılırsan saparsın" diyip çelişkisini saklamaya çalışan bir kitap gibi. Tıpkı sufilerin, alimlerin "sen anlamazsın, hikmetini senin beynin almaz" diyip saçmalıklarını gizlemeye çalışmaları gibi. Amacı en doğruya iletmek olan kitapta nasıl anlaşılmaz ayetler olabilir? En azından bilerek anlaşılması zor olan. Zaten millet en açık ayetleri dahi çarpıtıyor,çarpıtma isteyen dünyadaki en açık şeyi dahi çarpıtır. Peki soru, hangi ayetler kapalı veya birden çok anlama gelebilir veya anlaşılmaz? Cevabı yok. Peki senin muhkem/açık ve manası belli ayet dediğinin aslında senin kafandaki müteşabih/ anlaşılmaz, manası kapalı olmadığını nereden biliyorsun? Belki de sana çok açık göründü ama açık değil. Neye göre belirliyorsun? Bizim Kurancılar "kaç hadis mütevatir, kaç hadis sahih, kaç hadis zayıf, kaç hadis uydurma, sayısını verebilir misin?" Diye sorarken buraya gelince bu soru akıllarına gelmiyor. Milletin en büyük yanılgısı, meallerdeki saçmalıkları sorgulayınca, ayeti sorgulayıp suçladıklarını zannetmesidir. Hatta benim çalışmamda dahi saçmalık varsa bu eleştirilebilir. Çünkü bu benim Kuran'ı araştırırken, belli metodla elimden geldiğince sâdık kalmaya çalışarak ulaştığım sonuçlardır. Bir saçmalık veya eksik yönü varsa bu bendendir, ayetten değil. O yüzden meallerde saçmalık görünce sorgulayın ve "bu ne saçma şey?" Diyin. Meallerde birisinin belli metodlarla ulaştığı sonuçtur. İşte mealleri sorgulayıp, saçma burası demediğimiz için her zaman çıkmazda kalıyor veya çıkmazı görmezden geliyoruz. Ayete; "vardır bir hikmeti" derken aslında meal yazarlarının anladıklarına; "vardır bir hikmeti" diyoruz. İşte asıl mesele ve sıkıntı burada. Meal yazarları, hadis ve hadislerin kaynağı israiliyata göre mana verdiği için aslında hadislere; "amenna" denmiş oluyor. Gerçekten var olan kurallara uymak bu kadar zor değil, kurallar belli. Ellezine gelmişse tanım yapılmaz, tanımı yapılmıştan bahsedilir, bu kadar basit. Ama kimin umrunda! Neyse daha en gerzekçe yere gelmedik. Oraya geldiğimizde en büyük gerzekliklerini göreceğiz.
Diğer yere gelelim
فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ/feemma l- lezine fi gülübihim ziyğün feyettebeüne ma teşâbehe minhüb'tiğâ i -l fitneti ve b'tiğâe tevilihi.
Fe emma/ ile başlamak gerek. Fe ve emma edatları birleşmiş. İki edat birleşince "her halükarda, ne olursa olsun, gelince, ise, ne ise, ama" gibi manalara gelir. Devamındaki "kalplerinde eğrilik olanlar" diye düz çevirdiğimizde gelen cümleye göre "gelince, onlara gelince" anlamı vermek uygun olacaktır. Ayetler böyleyken, bu insanlar böyle minvalinde. Ellezine ismi mevsulü. Fi gülübihim zeyğün. Fi harfi ceri "de/da/içinde" anlamında kullanılır. قلب kelimesinin kökü ise "alt üst etmek-altını üstüne çevirmek, devirmek,değiştirmek" anlamlarına gelir. تَقَلَّبَ/tegallebe şeklinde ise "dönüşmek, bir halde diğer hale geçmek, değişmek" anlamına gelir. İnkılab da buradan gelmiştir. Dönüşüm, değişim demektir.(İlyas Karslı, Arapça türkçe sözlük, sayfa 1811) İsfihani de şöyle geçer. "İnsanın kalbine gelince, deniyor ki; "Çokça değiştiğinden/aşırı değişkenliğinden bu adı almıştır" (Ragıp El isfihani sayfa 862). Aslında asıl manası "değişim/döngü" şeklindedir. Aslında galb kelimesinin akılla ve anlayışla ilgili özelliği "yanlışı doğrusuyla değiştirmek" demektir. Herkes mutlaka yanlış fikirler ve inançlar edinir, doğrusuna rağmen değişmeyen ise yanlışta bocalar durur. Galb kelimesinin aslında Kuran'daki akılla ilgili işlevi budur. Tabi "Kuran'da kâfir kavramı" yazımdaki bağlamda işleyişleri şeklindeydi. Birazda bağlamda geçen yere göre anlaşılması gereken kelimedir. زيغ/ze-ye-ğayn kökünün asıl anlamı ise "kaymak" şeklindedir. ازاغ/ezağa şeklinde "kaydırmak, meylettirmek" şeklidedir. "Yoldan çıkma, sapma" anlamları, daha çok bu kullanımı olduğu için verilmiştir. Aslı "kaymak" şeklindedir.(İlyas Karslı Arapça türkçe sözlük sayfa 1227) "Yanlışı doğrusuyla değiştirme yapılarında kayma olanlar" şeklinde bir manası vardır. Bu özellikten sapıp, yanlışından vazgeçmeyenler için söylenmiştir. Devamına gelirsek. "Feyettebiune" iftial kalınının fiili. Bu kelimeden neyin ne olduğunu anlamamaları ayrı bir saçmalık. تبع/te-be-ayn kökünden gelen kelimemiz sözlükte. "Uymak, tabii olmak,izlemek, ders ve yolu takip etmek" anlamlarındadır.(İlyas Karslı Arapça türkçe sözlük sayfa 281) Ragıpta ise "تَبِعَهُ ve اتبعه fiileri bir kişinin izinden gitme anlamı taşır. Bu bazen bizzat bedenle izlemeyi, bazen de onu örnek almayı(lider edinmeyi) ifade eder."(Ragıp El İsfihani. Sayfa 192). Yani bu takip etme işi, bir şeyi bozmak amacıyla değil ona uymak amacıyla olur. Bize de zaten direkt "tabii olmak" olarak geçmiş. Allah bu kelimeyi kullanmasına rağmen, müteşabih ayetlerin peşine, saptırmak için düştükleri şeklinde bir anlam çıkarmışlar. Burada "uymak, o yolu takip etme amaçlı izleme" söylenmiştir. Fe edatı da "sebebiyle" anlamındadır. Aynı zamanda bir önceki cümleyi hazf etmiştir. Fe edatı aynı zamanda hazf edatıdır. "Yanlışı doğrusuyla değiştirme yapısında kayma olanlar" hazf edilmiştir. Bu hazf edilen kısım, anlaşılsın diye mealde eklenecektir. Arapça da hemen anlaşılsa da, türkçe de anlaşılması zor olacaktır. Yani kelime eklemiş değil, hazfi belirtmiş oluyorum. Ve geldik meal yazarlarının en gerzeklik yaptıkları kısma "مَا تَشَابَهَ/ ma teşâbehe" buraya "müteşabihler" anlamı veriyorlar. Aynı kök olsa da, fark edeceğiniz gibi birinde "müteşabihat" birinde "teşâbehe" yazıyor. Fiili bildiğin sıfata çevirmişler. Üstelik o da değil. مِنْهُ/minhu gelmiş. "Hu" zamiri eril ve tekil kalıptır. Mühkemat ve müteşabihat kelimeleri ise dişil ve çoğuldur. Mantıksızlığa şöyle örnek verelim.
"Yoldan geçen bazı kadınlar, ve üst geçitten geçen kadınlar vardır. Fakat bu insanlar o erkeği takip ederler" erkeği takip ederleri de gidip kadınlara izafe ediyoruz. Mühkimat, çoğul dişil. Müteşâbihat, çoğul dişil. Ama her ne hikmetse eril tekil kalıbı gidipte bunlara izafe ediyorlar. Yani bu ayeti yanlış anlamak ve yanlış sunmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Şimdi ما تشابه fiiline geçersek bu kelimesinin analizini yapmıştık. Bu kelime "benzeşen" demektir. Ma teşâbehe ise direkt "gülübihim" e gider. Müteşabih anlamı zaten saçma. Burada denen şey "kendi kalplerinin benzeşenlerinin izinden giderler." Zaten fiili sıfat yerine koymak ayrı bir gramer kuralı yıkımı. Sonra ayetlere tabii olmayı ayetlerden saptırma amaçlı olmaya çevirmek ayrı saçmalık. Buranın gidebileceği tek yer. "Fi gülübihim zeyğun" yani "yanlışı doğruyla değiştirme yapılarında kayma olanlar." Yani burada diyor ki, "bu insanlar benzeşim kurulan ayetlerin değil, kalpleriyle benzeşenlerin izinden giderler." Burada bir edebilik kullanılmış. Gramer gereği bu fiilin gidebileceği tek yer burasıdır. Tabii kelimesinin müteşabihat kelimesine gitmesi imkansız zaten. İki farklı kelimeye, üstelik biri çoğul sıfat biri fiil olan iki kelimeye aynı anlamı vermişler. Basit bir gramer kuralıdır "kelimelerin farklılığı, anlamın farklılığına işaret eder." Hani biri isim diğeri de isim bile değil, biri sıfat diğeri fiil. Ayetlerdeki kelimeler umurlarında dahi olmamış. Mealde anlaşılması için hazf edilmiş kısmı da ekleyeceğim. Olmayan kelimeleri eklemiş değil, hazfi mealde göstermiş olacağım sadece. Cümle daha da devam ediyor, burada meal verirsek yarım kalır.
مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ/minhu btğâe l-fitneti vebtiğâe te'vilihi
Minhünün da gidebileceği tek yer "kitab" kelimesidir. "Hü" zamiri tekildir. Mühkimat, müteşâbihat, gülübihim kelimelerinin hepsi çoğuldur. Gelelim ابتغاء ibtiğâ kelimesine.kökğ بغي/be-ğayn-ye dir. "Aranan yolda orta yolu aşmayı istemektir"(Ragıp El isfihani sayfa 158) ilyas karslı sözlüğünde de "saldırmak, haksız yere birine sataşmak" denmiştir. Yaranın azması kullanımı vardır. Bir şeyde istek istek ikincisi bir tür fesad/bozulma demiştir. اتغاء ise aşırı istek duymak anlamına gelmektedir. Devamındaki fitne kelimesine de videomda ayrıntılı işlemiştim. İsteyen
https://youtu.be/VJu2V7OzSy8
Buradan videoyu izleyebilir. Kelime "cezbetmek/kendine çekmek" demek. Te'vil kelimesi ise "اول/elif-vav-lam kökünden gelir. Kökü "dönmek-geri dönmek-dönüşmek" tir.(İlyas Karslı, Arapça türkçe sözlük sayfa 126) "أَوَّلَ/evvele" şeklinde, "ilk haline döndürmek" anlamı vardır. تَاوِيل Eskisine dönüş gibi bir manadadır. Tevil ise aslında bir şeyi istenen yere çevirmeyi ifade eder. Yani burada denen şey "kendi istediklerine çevirmek." Burada olduğu yerden kendilerine yönlendirmek istedikleri belli oluyor. Bu illa asla dönüş olmak zorunda değil. Şuraya kadar mana verecek olursak.
Ali İmran/7
O, yazının özü olan; kesin işaretlerinin bir bölümü çerçeve çizen, sonrası benzeşim kurulan(kesin işaretler) yazıyı sana olduğu gibi ulaştırandır. Yanlışla doğrusunu değiştirme yapılarında kayma olanlar ise, ondan kendilerine çekişi ve kendilerine dönüşü aşırı arzuladıkları için kendi yanlışla doğrusunu değiştirme yapılarına benzeşenlerin izinden giderler.
Devamına gelirsek
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Ve ma ye'lemu. Ma burada olumsuzluk olarak gelmiş. علم kökü damgalamak ve bilmekten gelir. Aslında damgalamak ta, bir şeyin bilinmesi için damgalamaktır.(İlyas karslı arapça türkçe sözlük sayfa 1618-1619) Kelime عَلِمَ/Alime fiilinin muzarisidir. "Ve bilmez" denmektedir.
Te'vilehu. "Hu" zamiri yine kuran'a dönüyor. Burada zamir değişince de anlamın mahiyeti değişmiş oluyor. Şimdi şöyle örnek verirsek. Allah'ın dininin kâfiri olmak ile Allah'ın dininin dışındakilerin kâfiri olmak bambaşka şeylerdir. Kalbinde eğrilik olanların bir yerden alıp istedikleri yerlere döndürmesi ile Allah'ın istediği yere döndürmesi tamamen başka olacaktır. Sonra ise "illa" istisna edatı geliyor. "Sadece, dışında" anlamlarına gelir. "Allahu" gelmiş. Cümle şöyle devam ediyor.
"Onun aslına dönüşünü ise Allah'tan başkası bilmez." Ve r-râsihune fi l-ilmi
Râsihune kelimesine gelirsek. Kökü "رسخ/ra-sin-hı" dır. Kök anlamı sözükte "yerleşmek, sabitleşmek" demektir. "Bilgi zihnime iyice yerleşti" "yağmur toprağa iyice yerleşti" gibi kullanımları vardır. (İlyas Karslı arapça türkçe sözlük sayfa 1051) râsihune de "yerleşmişler" demektir. Bir şeyde sabit olana denir. "Tutarlı sağlam" anlamına da gelir. Yani kendi görüşünün dışına çıkmayan. Onda tutarlı davranan. Bir öyle bir böyle olmayan. Biz Kuran'a arz ederiz deyip Kuran'ı hadise arz etmeyen. Derinleşmek anlamı tam doğru olmayacaktır. Ali İmran 7 deki ifade için "İlmin hakikatini bilen ve şüpheye düşmeyen" denmiştir. (Ragıp el İsfihani sayfa 426)
Fi harfi ceri ve "ilmi" kelimesi. "İlm" kelimesi "bilgi" anlamına gelir. Ve marife gelmiştir. Aslında "ilimde" değil "o ilimde" şeklinde gelmiş. Yani Kuran'ın ilminde. Burada "O ilimde yerleşenler" in tevilini bileceğinden bahsedilmiştir. Bilmeyip, hepsine iman ettik demelerinden değil. Zaten buraya kadar anlaşılmıştır. Eğer bir kelimenin tam olarak ne ifade edildiği anlaşılmıyorsa bağlamına bakılır. Zaten şuana kadar müteşabihlerin anlaşılmaz ya da çok anlamlı değil, benzeşim kurularak anlaşılan ayetler olduğuna değindik. Burada bilinmezlikten değil, açıklamaktan söz edilir. Ayetleri kendi keyiflerine göre çekenlere karşı, aslının nasıl olduğunu bu ilimde yerleşen ve uğraşanlar bilir diyor. Zaten Allah'ın ilmi için uğraşmayanların doğru manası ile ilgilenmeleri söz konusu değil. En fazla show yaparlar. Cümle burada bitiyor kısacası. Başka ayetlere bile gitmeye gerek yok. Konumuz ise bu kısma kadardı. Çalışmayı özetleyecek olursak. Muhkem ayetler bir çerçeve belirleyen. Müteşabihler benzeşim kurularak anlaşılan ayetler. Kalblerinde eğrilik olanlar ise ayetlerin değil, kendi kalblerine benzeşenlerin izinden gidiyorlar. Ayetleri çarpıtanlar, ayetlerin kendisiyle değil. Ayetin çarpıtılmasıyla ilgilenirler. Ayetler insanı yanıltmaz, ayetleri başka yerlere ve ideolojilere çekmeye çalışanlar ve rezil mealler verenler çarpıtır. Buradan sonrasınu toparlayacak olursak çalışmamın sonucunda verdiğim anlam şöyledir.
Ali İmran/7
O, yazının özü olan; kesin işaretlerinin bir bölümü çerçeve çizen, sonrası benzeşim kurulan(kesin işaretler) yazıyı sana olduğu gibi ulaştırandır. Yanlışla doğrusunu değiştirme yapılarında kayma olanlar ise, ondan kendilerine çekişi ve kendilerine aslından dönüşünü aşırı arzuladıkları için kendi yanlışla doğrusunu değiştirme yapılarına benzeşenlerin izinden giderler. onun aslına dönüşünü yalnızca Allah ve bu ilimde yerleşenler/tutarlı olanlar bilip; "Biz onun hepsinin rabbimizin katından olduğuna güvendik" derler. Yalnızca işin özünü bilenler akıldan çıkarmaz.
Çalışmamın sonucu budur. Yanlışlarım olmuşsa bile müteşabih ayetlerin anlaşılmazlık, kapalılıkla ilgili olmadığı ve kalbinde eğrilik bulunanların müteşabih ayetlerin değil, kendilerine benzeşenlerin peşinden gittiği kesindir. Yüzyıllardır Kuran'ı gerçekte gram takmayan ve israiliyata uydurmak, kendilerinin elinde oyuncak yapmak için bu ayeti de anlaşılmaz ayetler şeklinde sunmuşlardır. Bizim zorluğumuz ayetlerden dolayı değil, zihin bulanıklığımızdan dolayıdır. Allah burada aslının, bu ilimde yerleşip tutarlı olarak bileceğimizi söyler. Kalbinde eğrilik olanlar şuan bu dinin sahibi gibi davrananlardır. Ayetlerin, Allah'ın kelimelerinin yerine nelerin peşinden koştuklarını da biliyoruz. Ayetin anlaşılmazlıkla tek bir alakası dahi yoktur. İnsanlığa rehber olsun diye gelen bir kitapta anlaşılmaz, hatta saptıran, kâfirlerin takip etmek isteyeceği ayetler olmaz. Sadece manasını kaydırmak isteyecekleri ayetler olur. Aslında bu insanların işine gelecek tek bir ayer bile yoktur. Yalnızca asıl manasınu kendi isteklerine çekerek işlerine gelip kendilerini onaylıyormuş gibi gösterirler. Ali İmran 7 ayeti de bunun başlarındandır. Bu ayeti göstererek hem Kuran'a karşı korkutmaya hem kendilerinin güya yüksek ilim sahibi şeyhlerine, alimciklerine mecbur bırakmaya çalışırlar. Ama buna zorlayan tek ayet bile yoktur. Bu ayetle ilgili çalışmam bu kadardı. Eksik veya hatam varsa belirtebilirsiniz. Şimdiden sağolun.
selamunaleyküm eline sağlık necm 1-18 ile ilgili yazın var mı
YanıtlaSilYok maalesef
Sil