İsrailiyat İçin Ayet Katliamı. Araf/26-27
Son zamanlarda evanjelist müslümanların; "Neden o zaman Tevrat ve Kuran bu kadar benziyor?" demesini duymuşsunuzdur. Bir çok insandan da; "Tevrat ve Kuran birbirine çok benziyorlar, Kuran Tevrat'taki bir çok konuyu birebir almış" dediğini duymuşsunuzdur. Geneli böyledir, ama son zamanlarda Evanjel ve Tanah'ı Tevrat ve İncil yerine koyup, iman meselesi yapanlar bunu sürekli tekrarlamaktadır. Hatta Tanah ve Evanjel olmasa Kuran'ın bir değeri olmayacağını söyleyecek kadar ileri gidenleri de vardır. Genel tavrı geçersek, ben Tevrat ve İncil o kitaplar değil dediğimde bu çok sık söylenir. Peki neye dayanarak? Hadisler için olmayan manalarla doldurulan tefsir ve meallere göre. Bugünkü meallerde o tefsirlerin mealleştirilmiş halidir zaten. Tefsir aslında verilen meali açıklama çabasıdır. Bizim meal yazarlarımız aslında meal vermez. Açar tefsirleri, tefsirlerde uygun gördüklerini kombine eder ve mealine katar. En Kuran'cıyım diyen meal yazarları da dahil. Tefsirlere bakarsanız, altına Tanah'ı ve israiliyat kaynaklarını koyarak anlamlandırmaya gittiklerini görebilirsiniz. Bu konuda Evanjelist müslümanları daha tutarlı buluyorum. Bu müfessirler Tevrat ve İncil yerine koydukları Tanah ve Evanjel'in değiştiğini söyleyip altına yine onu koyarlar, ona uydurmak için ellerinden geleni yaparlar. Evanjelistler ise onlar Allah'tan olduğu gibi gelmiştir derler. Ama onların da bir tutarsızlığı, bu mealler üzerinden benzeşim kurmalarıdır. İki şeyin ne kadar benzediğini ona zorla, olmayan anlamlar vererek, ben buna göre anlayacağım demeyerek, bağımsız bir şekilde anladıktan sonra benzeştiğini görürsek olumlu şekilde bakabiliriz. Bilimin bu kadar iyi veriler sunmasının sebebi de bu. Birbirinden bağımsız çalışmaların aynı sonucu vermesi. İşte bu Evanjelistler, Kuran'ı kendi içinde değil, İsrailiyat içinde anlamaya çalışan müfessirler eliyle çıkan anlamlarla benzeştirirler. Kendi çalışmaları değil. Muhtemelen bu kumara hiç girmeyeceklerdir. Herkes işine geldiği gibi. Ama bu insanlara şunu söyleyeyim. Eğer Kuran'ı kendi içinde, bağımsız şekilde, aslını araştırıp, tüm meal ve kaynaklardan bağımsız anlam verdiğimizde Tanah ve Evanjel ile çok uyumlu olduğu,aynı olduğu veya çok benzediği sonucuna varırsak ben Evanjelist olmaya hazırım. Fakat çok başka ve yalanlayan sonuçlara varırsak siz bu kitapları bırakmaya hazır mısınız? Bu riske gireceklerini hiç zannetmiyorum. Gelenekçilere karşıysanız, onların verdiği anlamlardan bağımsızca bakacaksınız. Meallerde bu tefsirlerden kopya olduğu için yine gelenekçi tefsire bakmaktan farksız olacaktır. Emin olun hadisçiler de en az sizin kadar hadislerle uyumluluk kurarlar. Ama tabi bu, olmayan manalar verme ve bağlamından koparma ile olan bir şey. Sizin iddianızı aynı şekilde onlar da dillendiriyor. Ama ayetin orjinaline baktığımızda gerçekte alakası olmadığını görüyoruz, hatta tamamen zıt olduğunu. Şimdi birisi bir ateiste "Sakın içki içme, Kuran'da günah olduğu yazıyor", derse, o insanın saçmaladığını söyleyeceksinizdir. İnanmayan bir insanı inanmadığı şeyle ikna etmek saçmadır. En başta Kuran'ın Allah'tan olduğunu gösterip sonra bunu demeniz lazım. Sizde amealist birisine gidip, mealleri gösterip; "bak işte bu kadar benzerlik çıkıyor, bu sonuç çıkıyor" diyorsunuz. Aynı boş tavır. Mealleri kâle almayan birisine meallerle gelemezsiniz. En başta meallerin doğruluğunu göstereceksiniz ki ondan sonra mealden deliler getireceksiniz. Tabi bu kadar lafıma rağmen aynı kişiler, bunu okuyan kişiler, yarın yine meal atacaklar. Ama zaten amaç anlamak isteyene anlatıp bunların saçmalığını göstermek. Yayınlarda biriyle tartışmanın amacı aslında karşı tarafa göstermek değil, izleyen insanlara göstermektir. Yoksa zaten kişisel olarak konuşup hallederler. Yani kısaca; "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" konuşması yapıyorum. İsrailiyata yamamak için ayeti katletmekten çekinmeyen insanların mealleriyle gidipte anlayış oluşturacak değilim. En Kuran'cı geçinenlerden olan Erhan Aktaş'ın alak 1 dipnotuna bakın. Siyere bakarak ayete meal vermiş. "Bu ayetin ilk ayet olduğunu Kuran'dan mı öğrendin!" Desek cevap veremez. Kafasındaki hazır hadis bilgisinden ibaret. Gördüğünüz gibi en Kuran'cı dediğimiz insanlardan biri bile kafadan siyer bilgisiyle başlamış. Hubeyb Öndeş "bu tarih bilgisi, hadis değil" dese de siyer, hadislerin tarihleştirilmiş halidir. Adını siyer katınca hadislikten çıkmış olmuyor -ki tarihte güvenilir bir alan değil zaten.- Ayetlere mana verirken 3 kaynağa başvuracağım. 1-İlyas Karslı;Arapça türkçe yeni sözlük. 2-Ragıp El İsfihani müfredat. 3-İbni Faris Mücmelü'l Lüga. Ve Kuran'daki dilde kelimelerin fiilden türediği dikkate alınarak anlam verilecektir. Bu dilde anlamlar fiilden türer. Ragıp El İsfihani isimlerde buraya nasıl ulaşıldığını her zaman anlatmadığı için önem sırası en sondadır.
En başta meallerde ne anlam verildiğine bakıp sonra ne anlattığına bakmaya çalışalım.
يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Araf/26 orjinali bu şekildedir. Altına yazılan meallere bakalım.
Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Meali
Ey Ademoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir, belki düşünürler.
Mehmet Okuyan Kur’an Meal-Tefsir
Ey âdemoğulları! Size edep yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise indirdik (verdik). Hayırlı olan ise takvâ (duyarlılık) elbisesidir. İşte bu, (gerçeği) hatırlasınlar diye Allah'ın ayetlerindendir
Edip Yüksel Mesaj: Kuran Çevirisi
Ademoğulları, size, bedeninizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Erdemlilik elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, ALLAH'ın işaretleridir, olur ki öğüt alırsınız.
Erhan Aktaş Kerim Kur'an
Ey ademoğulları! Cesetlerinizi örtecek ve sizi süsleyecek libas indirdik. Takva libası ise daha hayırlıdır. İşte bu Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.
Yaşar Nuri Öztürk Kur'an-ı Kerim Meali
Ey ademoğulları! Size, çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik. Ama takva giysisi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor.
Diğer mealleri vermeye gerek yoktur. İsteyen kontrol etsin. Meallerin hepsi bu şekildedir. Onlara da bakmak vakit israfı olacaktır. Gelenekselcileri vs geçersek, Adem nebi ilk imsan değildir. İlk insan olmadığı için, tüm insanlara değil, Adem nebinin soyuna elbise verildiği gibi sonuç çıkmaktadır.
Bakara/213
...كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ
Naslar/insanlar tek bir ümmetti. Ardından Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebiler göndermeye başladı...
Adem nebi ilk insan olsaydı bu ifade mümkün olmazdı. Zaten nisa 1 deki "nefsin vahidetin" de dişil gelmiştir.
Ali İmran 33
إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ
Kesinlikle Allah, Adem'i, Nuh'u, ibrahim Âlisini ve Ali İmran Âlisini Alemler üzerine seçti.
Aslında
اصْطَفَ kelimesi صفو kökünden gelmektedir. Berrak olmak/temiz olmaktan. "Temizleyip ayırmak" manasında da kullanılır. Aslında süzmenin karşılığıdır. İnsanlar içinden en temiz, en layık olanını ayıklayıp onu seçmek. Her ne kadar bir soydan bahsedilsede o soyun pisliklerini veya hak edecek kadar iyi olmayanını ayıklayıp en iyi olanını seçmek. Adem nebi ilk insan olsa bunun kullanılması imkansızdır. Yani bu kelime bir şeyde, bir yerde bir grupta en iyisini, en temizini ayıklayıp seçmeyi ifade eder.
Adem oğullarına elbise indirilmişse, bunlara özel ise insanlara indirilmemiş demektir. Adem nebinin soyu için alemler üzerine seçildikleri yazar. Bu insanların özelliği vahiyle muhattab olmaktır. Adem nebi ilk insan değil Kuran'a göre ve ilk Adem nebide elbise verilmişse, ondan öncekiler çıplak gezmiş anlamı olacaktır. Yani baya bir tehlikeli durum. Buradan Adem nebiden itibaren giysi verildiği sonucu çıkacaktır. Tüm mealler Adem nebinin ilk insan olduğu anlayışına göre verilmiştir. Bu yüzden bu anlayıştaki meallerle gitmek saçmalık olacaktır. Ki olmayan anlamlarla da bezemişler bu anlayış için. Ayetin ne dediğine tek tek bakacak olursak.
يَا بَنِي آدَمَ/ Yâ beni Ademe
Ya, bizdeki "Ey" in karşılığı, nida için kullanılır. Seslenmek amaçlıdır.
Asıl kelimemiz olan "بنى/be-nun-ye" köküne gelirsek. İlyas karslı sözlüğünde "Yapmak, Kurmak" olarak geçer. Zaten bizdeki "Bina" kelimesinden gelir. Yapı demek. İsfihani'de de. "yapmak,bina etmek" demiştir. İbni Faris'te ise. "O şeyin binası bir kısmını bir kısmına ekleme/katma sebebiyledir" yani bina etmek, bir şeyi bir şeye ekleyerek bir şey oluşturmadır. Binalarda öyledir, kat kat yaparak bir sistem oluşturursun.
بَنَى الطَّعَامُ جِسْمَ الصَّبِيَّ/Yemek çocuğun bendenini geliştirdi.
Diye sözlükte geçer. Sebebi de yemek çocuğun bedenine eklendiği, sistemin varlığını sürdürdüğü içindir. Yemek, cocuğun bedenine katılarak onun gelişimini sağlıyor.
بنتِ الدَّوْلَةُ قُوَّتَها/devlet kuvvetini arttırdı.
Burada da kuvvetine kuvvet eklendiğini söylemektedir. Üzerine katıp kuvveti artıyor.
بَنَى الاَلَةَ/Aleti kurdu/birbirine monte etti.
Burada da üzerine eklemesi. Veya aleti başka şeyleri başka şeye katarak kurması söylenir.
Bu kelime birilerinin evlenmesi için de kullanılır. Bir erkek bir kadın birbirine eklenir. Beraber bir yuva kurarlar. İkisi birbirini hayatına ekler. Bu kelimenin oğul ve kıza söylenmesinin sebebi, soyuna ve sistemine eklenerek devam etmeleri. Adem nebinin her çocuğu, onun soyuna eklenerek daha da büyüyorlar. Aslında direkt olarak erkek evlat değil. Burada "beni" kelimesi eril gelse de, galibiyet kuralı gereği kadını da içermelidir. Direkt oğul demek yanlıştır. Bunu türkçe,tek bir kelimeyle ifade etmek zor. Buraya "sistemine eklenenler" diyebiliriz belki. Burada; "Oğul kelimesi kızları da içine alabilir" diye izah yapmaya gerek yoktur. Adem nebi ile aynı yapıda olan ve onun üzerine eklenenleri söylemiş oluyor.
Adem kelimesi ise ayrı bir konu. Bu rasüllerin özellikleriyle ilgili bir mesele. İsminin anlamı ve ne ifade ettiği sonraki konudur.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler...
Devamına geçer isek
قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ/Kad enzelna aleyküm
Kad edatı bir şeyin geçmişti kesinlikle olduğunu bildirir. Aslında bir beklentiye cevap verir. Mesela;
-Zeynep okuldan geldi mi?
+Tabiki de geldi.
Bir beklenti var ve beklentinin kesin olarak geçmişte gerçekleştiğini belirtir.
Enzelna kelimesine geçersek. Kökü ise "نزل/nun-zel-lam" dır. "İnmek demektir. İsfihani de ise "aslında yüksekten aşağıya inmek, düşmek demektir" deniyor. Ama bu tanımlama yeterince tam değildir.
Bakara/38
...قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً
Topluca oradan inin dedik...
Deniyor. Burada geçen kelime ise "هبط" iki türlü inme kelimesi var. O zaman biri diğerinden farklı tür bir inme olacak. Buradaki kelime var olan yerden çıkma, değeri düşerek çıkmadır.
Nezele kelimesinin kullanımlarına bakarsak.
نَزَلَ بِاسُّلَّمِ/merdivenle indi.
نَزَلْتِ الطَّاىٕرَة/Uçak indi.
نَزَلَ مَنْزِلاً/eve vardı.
Aslında burada iniş yerine indi denmektedir.
Menzilde ulaşılan yeri ifade etmektedir. Nezele fiili bir şeye ulaşmak ve ulaştırmak amaçlı kullanılır. O yüzden varılan yere menzil denir. O yüzden اَنْزَلَ/enzele müteaddi şeklinde "indirmek,ulaştırmak" anlamları verilmiştir. هَبَط ise bunun tam tersi olarak. Ulaşılan yerden çıkmak demektir. Birbirinin tersi. Bakara 38 de kelime bir değer düşüşünden bahsederken, bu kelimede değerinin korunmuşluğundan bahseder. Eğer inmeyle ilgili bir kelime de kullanılmışsa amacı, değeri yüksek olan yerden geldiği şeklindedir. Bu kelime yukardan aşağı inmeyi ifade için değil, yüksek bir konumdan değeri azalmadan geldiği için kullanılmıştır. Burada anlam "olduğu gibi ulaştırmak" anlamındadır.
Aleyküm kelimesi ise sizin üzerinize, size demektir. Bu şekilde devam edersek
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Elbette size olduğu gibi ulaştırdık...
Şeklinde olacaktır. Ve geldik zurnanın zırt dediği yere. Herkesin en büyük çarpıtmayı başlattığı yere.
لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ/libasan yuvari sev'atikum
لِبَاسًا/Libasan kelimesine gelirsek. Herkes buraya "elbise/giysi" manası vermiştir.
"لبس/lam-be-sin" köküne baktığımızda karşımıza ilginç bir şey çıkıyor. Kökü "karışmak" demektir. Bakara 42 de bu fiil kullanılır aslında.
Bakara/48
Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Meali
Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayınız ve hakkı gizlemeyiniz.
Mehmet Okuyan Kur’an Meal-Tefsir
Bilerek gerçeği batılla karıştırmayın, gerçeği gizlemeyin!
Edip Yüksel Mesaj: Kuran Çevirisi
Bile bile gerçeği yanlış ile karıştırmayın, gerçeği gizlemeyin.
Gerisi de aynı şekilde meal vermiştir. Burada bu kelimeye, olması gerektiği gibi "karıştırmak" manası vermişler. Kelimenin de aslı "bir şey ile karışmak, bir şeye sinmek" şeklindedir.
Elbise manası vermelerinin sebebi şu cümle kullanımı.
لَبِسَ الثَوْبَ/Elbise giymek.
Aslında buradan, cümle kullanımı ile kelime manasını ayırt edememe sorununu bir daha görmektyiz. Bu kelime "elbise giyme" manasına "elbise/kostüm" kelimesi ile geliyor.
Elbise ile karışmak, elbise ile bir bütün olacak şekilde karışıp temas halide olmak. Bu şekilde elbiseyi giydiği ifade ediliyor.
لَبِسَ النَّاسَ/insanlarla birlikte yaşadı.
Yani insanlara karıştı/onların içine girdi.
ألْبَسَ النَّبَاتُ الْأَرْضِ/Bitki yeri kapladı
Bitki yere karıştı, bir bütün haline geldi.
لَبَّسَ الْحقَاءِقُ عَلَى الْقَاضِى/Gerçekler hakime karışık göründü.
Yani her şey birbirine karışmış, ayırd edilmeyecek derecede bütün olmuş.
Bu kelime aslında bir şeyi giymek veya, bir giysi olmakla alakalı değildir.
لَابَسَ/Karışmak/irtibat kurmak/birlikte olmak anlamlarna gelmektedir.
İbni fariste de "ilişkili ve müdahilliğe dalalet eder" demiştir.
Libas bir şeye karışarak sinmek, irtibat kurmak, bütünleşmek anlamlarındadır. Adem nebinin ilk nebi olduğunu, soyundan rasül seçilip vahye muhattab olduğunu ele aldığımızda, libasın asıl anlamı "elbise" değil "irtibat" şeklinde olmalıdır. Aslında elbise olacak bir şey yoktur. Zaten bunu ifade edecek bir sürü kelimemiz vardır. Elbise anlamına gelecekse bile, insanla bütünleşen, sürekli şekilde giydiği, veya üzerinden çıkarmadığı elbise olabilir. Birisi bir giysi giydiğinde de üzerinde bir bütün olarak durur. Bedeniyle giysi artık iç içe ve sürekli irtibattadır. Ulaştırılan şey elbise değil, bir irtibat, vahiyle irtibat kurmak. Rasüller ise bu irtibatın kaynağıdır zaten. Ayette elbise falan geçmemektedir.
يُوَارِي/yuvari kelimesine geldiğimiz zaman. Kökü "ورى/vav-ra-ye" olan kelimemize genellikle "örtecek" diye anlam vermişlerdir.
İsfihani de "bir şeyin üzerini örtmektir" şeklinde geçer. "Gizlemek, gömmek" anlamındadır, İlyas karslı sözlüğünde de. Bu kelimeden "arka, peş, öte" anlamı da vardır. تَوَرَى/ şeklinde arkasına saklanmak anlamına gelmiştir. Aslında cinsel yerleri belli etmeme amaçlı örtü olarak himar ın çoğulu hımar kullanılır nur 31 de. Zaten buna dair video yapmıştım. Bir şeyi işlevsiz olması için gizlemek. Bu kelime ise "arkaya atarak, göz önünde tutmayarak gizlemek" şeklindedir. Bu yüzden "arka" anlamı da gelmiştir. Giysi giydiğinizde bedeninizin varlığı bilinmez, ama bu tür gizlemede varlığını da gizlersiniz. İstenmeyen bir şeyi arkaya saklarsınız. Eğer beden örtmek olsaydı bu kelimenin kullanılmaması gerekirdi. Ve diğer zurnanın zırt dediği yere gelirsek eğer. Bu meal yazarlarının ayeti katledip israiliyata yamamak için ellerinden geleni yaptıkları yer.
سَوْءَاتِكُمْ/Sev'atikum. Kelimenin kökü "سوا" "Kötüleşmek, kötü olmak" demektir.
سَاءَتْ صِحَّتُه/durumu fenalaştı/kötüleşti.
سَاءَ سَمْعًا فَأَسَاءَ إِجَابَةً/kötü işittiği için cevabı da kötü oldu.
اَسَاءَ/kötülük yapmak, kötü olmak
سَوْءَاتٌ/sevât kelimesi kötülük/çirkinlik/fenalık demektir.
Mustafa Hitaboğlu ve Gelenekçi Okuyan buraya direkt olarak, edep yeri demişlerdir. Bunun için avret, yani görünmemesi gereken diye kelime. Cinsel organı ifade eden ferc diye kelimeler var. Edip Yüksek ise "beden" anlamı vermiştir. Edip Yüksel "cinsel yerler çirkin olarak adlandırılamaz, bu yüzden beden anlamı uygundur" demiş özetle. Ama başka bir saçmalık yapmış, ve bir şeyi düşünmemiş. Bir yanlışı bırakmak için başka bir yanlışa gidilmez. Eğer bir şey yanlışsa, ben başka bir yanlışa sığınayım diyemezsin. O da olmayan manadan kaçmak için, başka bir olmayan mana vermiş. Erhan Aktaş'ta aynı şekilde. İkincisi ise, "bu neden cinsel organlar olmak zorunda olsun ki?" diye sormamışlar. Yaşar Nuri Öztürk ise "çirkin yerler" demiş. Dediği gibi olsaydı "مَسَاوٍ/Mesavin" şeklinde gelmesi gerekirdi. Mekan zarfı şeklinde. O zaman çirkin yerler denebilirdi. Ama burada "çirkinlik,kötülük, fenalık" denmiş direkt. Cinsel organlara çirkin olmayı uygun görmüş meal yazarlarımız. Bu mantığa göre cinsel yerlerin mide bulandırıcı, insanı hasta eden şeyler olması lazım. Zannedersin ki insanlar birbiriyle cinsel ilişki kurarken mideleri bulanıyor. Iyyy bu ne çirkin şey, ama el mahkum artık yaa, diyorlar. Nasıl bir kafaysa artık. Alah soyun devamını sağlayan şeylere çirkinlik demiş. Kuran'ın tek ayetinde dahi cinsel yerler kötü görülmemiştir. Saçma sapan şekilde bunu cinsel yerlere yormuşlar. Bu mantığa göre "abazan/a*cı" kesmin çok saygıya değer ve vefalı insanlar olması lazım. Kadınları çirkinlikleriyle kabul ediyor, çirkinliklerinize bile kabulüz diyorlar. Bunun tek sebebi israiliyattaki Adem ve Adem'in ilk insan olduğu inancı. Yasak elmayı yiyince çıplak kalmışlar ve utanmışlar. Sonra bedenlerini örtmüşler. Ne Adem nebi ne de eşi de zaten cinsel organlarını bilmiyormuş ve ne işe yarıyor diye sormamışlar. Hani yabancı olsa neyse, insan eşinin yanında çıplak kalmaktan neden utansın? İkisi cennetten çıkarıldıktan sonra hala utanç halinde miydi? Böyle uzar gider. Bu geçeni cinsel organlara yormanın tek sebebi bu İsrailiyat. Burada cinsel organla alakalı tek bir şey yok. Siz bunu, kafanızda bir kurgu olmadan, bir yere yamamaya çalışmadan asla cinsel yerlere yoramazsınız. "Kötülükler" diye anlarsınız sadece. Ama tabiki de yazan değil İsrailiyat önemli! Bu kelimeye diğer yerlede de cinsel yerler diye meal verseler acaba nasıl olurdu? Burada bunu cinsel organ yapmanın tek bir mantığı yok. Bunu ifade eden kelimeler de zaten geçmektedir.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Elbette size kötülüklerinizi saklayacak irtibatı olduğu gibi ulaştırdık...
Meal yazarlarımızın saçmalığını bırakıp devam edersek, daha da ilginç bir sonuca ulaşacağız.
وَرِيشًا/ve rişan.
Kelimemizin kökü "ريش"
İbni Faris'te "uygun güzellikte duruma ve insanın, iyiden/hayırdan kazandığına dalalet eder" demiştir. İlyas Karslı sözlüğünde de "destek verip iyi duruma getirmek" anlamı verilmiştir. İbni Faris'te "hüsni" diye geçer. Bu kelime bir şeyin uygun bir güzellikte olmasını ifade eder. Aslı süsleme, güzel gösterme değildir. Zaten bunun için ziynet kullanılır. Aslında sonradan saçma sapan şekilde anlam verecek olsalar "tüy" anlamı vermeleri lazım. Zira "süs,güzel gösteren", gibi anlam değil "tüy" anlamı yüklenmiş sonradan. Yani sonradan çıkan anlamda "tüy" var, bunların verdiği anlam değil. Tıpkı Enam kelimesinde yaptıkları gibi. Çöl arabı "Enam" kelimesine, en değerli gördükleri develer olduğu için "develer" manası vermişler. En fazla bazı koyun,keçi gibi hayvanları kapsayabilir demişler. Ama tutup buna nisa 119 da "hayvanlar" manasını vermişler. Buna da tavşanın suyunun suyu denir. Sanırım tüy zerafet ve güzellik göstergesi olduğundan bu şekilde adlandırmışlar. Bizimkiler de illa bir şekilde israiliyata giydirmek için bu meali vermişler. "Uygun güzelliğe getiren" demektir burası. Olması gerektiği şekle getiren. Ne giysi ne de tüyle bir alakası yok.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Elbette size, kötülüklerinizi gizleyen ve uygun güzelliğe getiren irtibatı olduğu gbi ulaştırdık...
Bu klasik meallerin sonucu gerçekten de ömrünü vakfetmektir. Ama Kuran'a değil Kuran'ı israiliyata yamamaya vakfetmektir. Çünkü bu anlamları çıkarabilmeniz için ömrünüzü buna vakfetmeniz gerekmektedir. Nietshe nin "Kim namus ve ahlak bekçiliği yapıyorsa, bilinki en namussuzu odur."sözü aslında çok daha kapsamlı bir söz. Kim neyi en fazla ve haşince söylüyorsa en çok kendisi yapıyor. En peygamber sevdalısı ve koruyucusu geçinenler, rasülün asıl davasına en sevdasız ve en alaycı oluyor. En Kuran'a ömrümü vakfettim diyenler gelenekçi tefsirlere vakfediyor. En "Kuran'ın anlamı önemli" diyenler, Kuran'ın manasını en umursamazlar. Her defasında mana mana diye dolaşıp, binlerce saçma ve yanlış mealin hesabını sormaz, umrunda olmaz, yüzsüz yüzsüz;"O mana verilse ne olur şu mana verilse ne olur!"derler. Bu yanlışlardan sonra "kardeşim meal okumazsak ne yapacağız!" derler. Aynı sünni söylemi. Şu ayeti hadissiz nasıl bileceğiz, şunsuz ne yapacağız, bunsuz nasıl olacak! Hadislerin doğru olmadığına bin tane delil var, doğru olmadığı belli. Ama hadissiz onun hakkında bilgi edinemez güya. E ne yapacak, yalan olana sarılacak. Şeriat isteme de böyle. Adı şeriat olsun da, gerçekten Kuran'ın anlattığı mı değil mi umrunda değil. Sonuçta adı şeriat olacak! Kuran anlamı diye önüne bir şey koyulsun da, orjinalde yazanı yansıtmaması gram önemli değil, ben bir mana okuyayım. Kuran'ı yansıtsın ya da yansıtmasın. Bu insanlar, onlara söylenenler karşılaştırılmalı meal okuyarak söyleniyor zannediyor sanırım. Aslında bu insanlar en ufak bir bilgiyi bile hak etmezler. Yanlış meal olduğunu söyleyenler, arapçasını mı araştırıyor mealden mi okuyor bir sormak lazım. Çelişki içinde boğulduklarının farkında değil. Kardeşim al mealini oku, Kuran diye oku ama ömür boyu Kuran öğrenme. Ortalarda dolan böyle. Tabi Kuran'ın manası önemlidir sizin için(!) Münafikun 4 ayetine yönlendireyim sizi Kuran anlamı sevdalıları! Biz ise Kuran'ın ne dediğine bakalım, onu dese ne olacak, bunu dese ne olacak demek yerine.
وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ/ve libasu t-takva kökü وقي/vav-kaf-ye" kök manası "korunmak" demektir. Bu ifti'al babından gelen kelime çok fazla gayreti ifade eder. İsfihani bu kelime için "Bir şeyi onu rahatsız edecek ve ona zarar verecek şeylerden koruma" demiştir. Takva aslında Allah'ın vahyiyle dünyadaki kötülüklerden, müşrik, münafık ve zalimlerden korunmaktır. تَوَقَي/tevakka korunmak, sakınmak olmuş oluyor. تَقْوَى/takva ise korunma, sakınma demek. Kelimenin karşılığı ise "zarardan korunma" şeklindedir. Libasa ise gelmiştik. Burada ise "وَ" vav atfının özel bir görevi olmalı. "Ve libasu t-takva" olarak gelmiş. Burada sadece "takva" dese yeterli olurdu. Burada "yani" "işte" anlamlarında kullanılmış. Şunun gibi düşübebiliriz.
"Ben bir saat koşu, 5 kez ağırlık kaldırma, 10 kez ip atlama yaptım, sağlam spor yaptım/yani sağlam spor yaptım"
Burada "elbise indirdik, takva elbisesi daha hayırlıdır" diyince sanki iki farklı şeyden bahsediyormuş gibi görünüyor. Halbuki aynı şeyden bahsediliyor. Aslında Takva libası da aynı şeyden bahsediyor, aslında burada "zarardan korunma irtibatı" denmiş oluyor. Devamında ise
ذَلِكَ خَيْرٌ/zalike hayrun deniyor.
Zalike/ "bu" anlamındadır. İsmi işaret.
Hayrun ise aslında "hayırlı,iyi olan" demektir. "Daha iyi" anlamıysa hayrın aslında "tercih edilmesi gereken iyi" olmasındandır. "Bir şeyi seçmek,tercih etmek" anlamında da kullanılır. Aslında hayır "seçilmeye layık olan" demektir. Her zaman iyi olan seçilmeye layıktır çünkü.;" insan hep iyiyi arar" deriz. Aslında belki de iyinin ne olduğu bu cümlenin içinde gizlidir. Herkesin seçtiği, istediği şey. İnsan hep iyi olanı seçmek ister. "Hayr" kelimesine "iyi" diyip geçmek anlamı çok fazla azaltıyor aslında. "Hasen" kelimesine "güzel" diyip geçmek gibi. Güzelliğinde bin bir çeşidi var. Fitne'den bir konuda bahsetmiştim. Aslı "cezbeden/cazip" idi. Cezbedici şeylerde güzel gelen bir şey var ki çekiyor. Cezbetmek zaten, bir insanı olmayı düşünmediği a noktasından b noktasına yönlendirme gücüdür. İyi bir şeyde kötü birşey de olabilir. Ziynet denen şey de var. "Süslü" diyebiliriz. Dıştan güzel olması. Makyaj da bir ziynettir. Bu şey güzelliğe güzellik katmak için de, aslı çirkin olanı gizlemek için de kullanılabilir. Şeytanın ziyneti,çirkini güzel göstermek, Allah'ın ziyneti güzel olanın süsünü ortaya koymak. Hasen ise uygun bir güzellik. Mesela siz çok yakışıklı veya çok güzelsinizdir genel kritere göre. Ama birisi var, çirkin seviyor. Siz onun haseni olmazsınız. Ne kadar yakışıklı veya güzel olursanız olun, çirkin seven birisine uygun olan bir güzellikte değilsinizdir. 3 tane güzellik, ama üçü de farklı şeyi ifade ediyor. Hepsine "güzellik" diyip geçerseniz ne anlattıkları farklı olur. Hayr kelimesi ise "tercihe layık güzellik" olarak ifade edilebilir. İyi olan aynı zamanda güzeldir. Güzel olan ve iyi olan birbirinden ayrı düşünülemez. İyi olan da, güzelliklerin yanlış olmayanı, doğru olanıdır. Süsü iyilik için kullanırsın, bu hasendir. Kötülük için kullanırsın bu şerrdir. Cezbetmeyi hasen için kullanırsın bu hayırdır. Kötülük için kullanırsın bu şerrdir. Birbiriyle iç içe ama farklı şeyi ifade eden kavramlar. Bazı güzellikler kişiden kişiye değişebilir, ama kimse güzel olan şeylerin olduğunu reddedemez. Hayr olanı ise Allah'ın yönlendirdiği, tercih etmemizi istediği güzelliktir. O yüzden hay kelimesine verdiğim anlam "tercihe layık güzellik" şeklindedir.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Size kötülüklerinizi saklayan ve ugun güzelliğe getiren irtibatı olduğu gibi ulaştırdık, yani zarardan koruyan irtibat. İşte bu, tercihe layık olan güzelliktir.
Ayetimizin devamına ve sondan bir önceki kısma gelirsek eğer.
ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ/zalike min âyâti L-lahi
Min ayate. Min harfi ceri "den/dan" ifade eder. Genellikle bir yapıda bulunmayı ve bir şeyin bir kısmını ifade eder. Ayat kelimesine genellikle direkt olarak "ayetler" deriz. Genel kitleye; "Ayet nedir?" diye sorsak. "Allah'ın ayetleri işte" gibi şeyler söyleyecektir. İsfihani'de şöyle geçer. "Ayet ise, apaçık alamet, gerçekliği açık olan her şey için kullanılabilir, açıklığı ortaya çıkmamış şeylerden asla ayrılmaz. Bir kişi onların açık kısmını kavradığında, onun bizzat idrak edemediği diğer tarafını da kavradığını anlar."
Bizdeki,görünenden görünmeyene ulaşma ifadesi gibi. Gördüğün şey, senin görmediğine veya algına kapalı olana işaret ediyorsa, onu açıkça gösteriyorsa ona ayet denir. Mesela, ufak aralıklı bir perde düşünelim. İçeriye ışık hüzmesi sızıyor. Bu ışık hüzmesi güneşin ayetidir. Güneşi görmeden, gökyüzünde durduğuna gözle şahit olmadan onun olduğunu anlarsınız. Allah'ın kanıtları ve onun rahmetini gösteren şeyler için hep ayet kullanılır. Çünkü Allah'a bakamayız, dokunamayız, ses çıkardığını göremeyiz. Zatı algımızın dışındadır. Ama yarattıklarıyla, ayetleriyle onu anlarız. Açıkça onu gösteren şeyler her tarafımızı sarmıştır. Her şey aslında bir görünmeyeni de işaret eder. Zaten o yüzden arkasında ne var diye düşünürüz her zaman. Kuran ayetlerinin her biri de sizi Allah'ın emirlerine ve ne istediğine, onun özelliklerine götürür bizi. Ayetin de her zaman bir sabitesi vardır. Yasalar, güneşin doğup batması,su... Evrenin her zaman belli sabiteleri vardır. Aslında hayatımızda hep ayetler vardır. Allah'ta kendisinin varlığını bu şekilde gösterir. Ayete "kesin işaret" diyebiliriz. Bazı işaretler yanıltır, ama ayetler asla yanıltmaz. Mutlaka gerçek olanı gösterir.
Ayetin son kısmına gelirsek
لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ/leallehum yezzrkkerune.
Leallemu'yu "umulurki" şeklinde çevirirler genelde. Bu şekilde anlamı olsa da "böylece,olması için" şeklinde anlam da ifade etmektedir. Allah için "böylece" diye kullanım daha uygundur. Allah bizim umamız için yapar, kendisinin umması için değil.
"Yezekkerune" kelimesine gelirsek. Kökü "ذكر/zel-kef-ra" dır. Bu kelimeye öğüt anlamı vermek aslında saçmadır. Direkt olarak bunu ifade eden kelimeler vardır. Direkt olarak "vaaz, nasihat" gibi kelimeler vardır. Bu kelike kökü "zihinde tutmak,zihinde olanı hatırlamak" anlamlarına gelir. Kesinlikle "öğüt, nasihat" anlamlarına gelmez. Hep akılda kalması gereken için kullanılır. Zaten hatırlamak ta, zaten akılda olan bilgi için kullanılır. İsfihani sözlüğünde şu tanım kullanılır. "Kimi zaman bu kelimeyle, insanın elde ettiği bilgileri kendisiyle koruyabildiği nefsin bir durumu kastedilir. Tıpkı خِفْظ kelimesi gibi;, fakat خِفْظbilginin elde edilmesi, ذِكْر ise söz konusu bilginin akla getirilmesi anlamında kullanılır."
Öğüt dediğimiz şey bir çok zaman bu kapsamın dışında kalır. Allah insan olmamız değil, insan kalmamız için ayetler gönderir. İyi olmamız değil, iyiliği sürdürmemiz için gönderir. Fıtrat oluşturmak için değil fıtrata uymamız için gönderir. Ayetlerde sürekli aklımızda olsun diye gönderilir. Burada öğüt alırlar değil "akılda tutarlar" denmiştir. Konumuz olan ilk ayeti tamamlamış oluyoruz böylece.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Elbette size kötülüklerinizi gizleyecek, uygun güzelliğe getirecek irtibatı olduğu gibi ulaştırdık, yani zarardan korunma irtibatı. İşte bu tercihe layık güzelliktir. İşte bu Allah'ın kesin işaretlerindendir. Böylece aklınızda tutarsınız.
"Hahaha, ulan müslim felsefe, sen öyle diyorsun ama, bak bu ayet ne diyor. Kah kah kah kah"
Kes lan sesini! Meallerini de al git!
Her yanlışı gösterdiğinde başka bir mealle cevap verdiğini zanneden gerzeklere cevap verdiğimize göre mealleri değil ayetleri anlamaya çalışalım.
Araf/27
يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Ayetin orjinali bu.
Ayetin başındaki "Ya beni Ademe" kısmına zaten değinmiştim. Devamında gelene bakarsak.
" لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ/la yeftinennekumu ş-şeytanu" burada olumsuzluk la sı gelmiş. "Yapmasın, olmasın" manasındadır.
Sonra ise "يَفْتِنَنَّكُمُ" kelimesine gelelim. Kökü "فتن/fe-te-nun" Bu kelimeyi fitneye düşürmek olarak, bela veya sınama olarak biliriz. Hatta fitneyi direkt olarak kötü olarak algılarız. Bu kelimenin aslı "cezbetmek,kendine çekmek" manasındadır. Birisini normalde istemediği yere, bir şekilde onun isteğini uyandırarak çekmek. Burası direkt olarak "cezbetmek" aslında bize doğru olarak geçmiş. Bu kelimeye daha önce videomda değindiğim için kısa keseceğim. İsteyen
https://youtu.be/VJu2V7OzSy8
Bu linke tıklayıp izleyebilir. Şeytan kelimesine ise girmeyeceğim şuan.
Araf/27
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Şeytan sizi cezbetmesin...
Allah'ın emrinden kendi istediğine doğru çekmek. Buraya "saptırmasın, aldatmasın" gibi manalar vermek zaten saçma. Dalalet diye kelimemiz var. Bu direkt olarak kendi istediğine yönlendirmek/cezbetmektir.
Devamına bakarsak
كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ/kema ehrace ebeveyküm mine l-cenneti
Kema, "كَ/ke benzetme edatı ile مَا/ma ismi mevsulünü" birleşimidir. "Yaptığı gibi, olduğu gibi" manalarına gelir.
Ehrace kısmına bakarsak. "خرج/ha-ra-ce" kökünden gelir. "Çıkmak" manasına gelir. Ehrace olarak müteaddi gelerek "çıkarmak" anlamındadır. Temelde bir mekandan çıkmayı ifade eder. Bazen de bir şeyin içinden çıkmayı, bazen de bir durumdan başka bir duruma geçmeyi ifade eder. İsfihanide de "bulunan bir yerden veya durumdan dışarı çıkmaktır; bu yerin; ev,şehir veya elbise olması ile, durumun; psikolojik bir durum olması veya dış sebeplerin değişmesi arasında bir fark yoktur" şeklinde tanımlamıştır. Aslında sonraki yerde çok ilginç birşeyle karşılaşıyoruz.
أَبَوَيْكُم/ebeveykum. Ana babanızı diye çevirdikleri yer.
Sözlükte "babalık yapmak,eğitmek, yetiştirmek" anlamları verilmiştir. Aslında bu kelime 3 anlama gelmiyor, üç anlamı da kapsıyor. İsfihani de "baba demektir. Bir şeyin ıslah, icad ve zuhuruna sebep olan herkese baba adı verilir." Diye yazmıştır. Yani bu biyolojik bir bağ olmasına gerek yoktur. Aslında biz de "bana babalık yaptı" derken. Bizi biyolojik olarak meydana getirdiğini değil, bakıp büyüttüğünü kastederiz. İbni Fariste de "eğitime ve beslemeye dalalet eder" demiştir. Besleme illa fiziki besleme değil, faydalı bir şeyler yapmayı da ifade edebilir. "bu bilgi beni besledi" demek gibi. Biyolojik olarak doğmaya sebep olana "وَالِدٌ/valid" denir. Birisinin valid olması onun ıslahatçısı, eğiteni olduğunu göstermez. Burada tek başına bakıldığında iki ihtimal var. 1.si ikisi de erkek olan ıslahatçıdan bahseder, ya da galibiyet kuralı gereği, hem anneyi hem babayı kapsayan iki eğiten ve besleyenden bahseder. Burada ikil gelmiş kelimemiz. Kelimelerin aslı eril kalıptan geldiği için anneyi de kapsayan ikil kalıp olabiliyor. "Valideyye" de aynı şekidedir. İki doğuran, iki ortaya çıkaran. Hem anne hem de baba. Ama burada kesin olan bir şey var ki, ikisi de terbiye eden ve besleyen. İkisi de ebu vasfını taşıyan kişiler. Biz genelde nebi eşlerini daha pasif düşünürüz. Daha çok köşede oturan, nebi ne derse onu yapan ve vahye uygun davranan iyi insan olmaktan fazlası olmayan. Fakat görüyoruz ki Adem nebi gibi, eşi de aynı şekilde vahiy konusunda etkili ve yön veren sıfatında. Yetiştirme anlamı daha uygun aslında. Bakara 35 de zevc kelimesi geçiyor. Zevc kelimesi daha çok biri diğerini tamamlayan olur. Burada kadından bahsetmesi daha muhtemeldir. "Öncü anne baba" diye mana vermek daha uygun olacaktır. Devamında gelenlerin öncüsü olmuşlardır. Birisini yetiştirip büyütmek, onun gideceği yerin öncüsü olmak demektir. Aslında "atalarınız" diye çevirdikleri bir çok yerde "eğiten ve fahdalandıran önderler" kastedilir. Anlıyoruz ki Adem nebinin eşinin vasfı kendisinin nikahlı karısı olmaktan ibaret değildir. Zevc aslında; Aynı amaç uğrunda birbirini tamamlayarak birliktelik kurana denir.
Anlam vermeye geçmeden önceki son yerimiz
مِّنَ الْجَنَّةِ/Mine l-cenneti
Cennet kelimesini genellikle bahçe olarak biliriz. Aslı "جنن/Cim-nun-nun" kökünden gelir. İsfihani de "aslı, bir şeyin duyu organlarına kapalı olmasıdır" demiştir. Bir şeyi saklayarak korumak için de kullanılır. Bu yüzden kalkan anlamı da verilmiştir. Ceninin anne rahminde gizlenmesi gibi ifade kullanılmıştır. Cenin de 5 duyu organıyla direkt olarak görülemez. Sırrı içinde saklayarak sırrı öğrenince gelecek zarardan korunma da ifade edilmiştir. Cennet kelimesine bahçe denmesinin sebebi, bahçenin o bölgeyi kaplayan ağaç ve ağaç yapraklarıyla kişiyi güneşten koruması, onu güneş ışığından gizlemesi sebebiyledir. Bahçe içinde olan biri dışarıdakilere de görünmez olur. Aslında cennet kelimesi "gizlilikle koruyan yer anlamına gelmektedir.
Bakara/35
...وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ
Dedik ki; "Ey Adem, sen ve eşin bu gizlilikle koruyan yerde sakinleş..."
اسْكُنْ/iskun emrine "yerleş" manası vermişlerdir. Kelime "dinmek, sakinleşmek", demektir. Durgunluğu ve hareketsizliği ifade etse de, bu kelime güvenden kaynaklı bir durgunluktur. O yüzden mesken e "ev" demişlerdir. İnsanın evi tetikte olmayıp, en rahat ve sakin olduğu yerdir. Bu durgunluk, tetikte olmayı gerektirmeyecek kadar güvende hissetmekten kaynaklanır. Bir endişeniz varsa sürekli tetikte ve harekette olursunuz. Bakara 34 e bakarak İbils'in onlara düşman olduğunu ve tedirgin bir durum olduğunu fark edebilirsiniz. Korunaklı yer olduğu için sakin olması söyleniyor.
Araf/27
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Şeytan, öncü anne babanızı gizlilikle korunan yerden çıkardığı gibi sizi de cezbetmesin...
Kuran bahçeden değil, zalimlerden gizlenmiş ve müminlerin korunacağı, sakin kalacağı yerden bahseder. Bahsettiği şey bahçe değildir. Yani, cennet bir bahçedir, bahçelerde olacağız demek değildir bu. Kapsamı geniştir. Korunaklı ve sükunet bulunabilecek yer. İster bahçe olsun, ister şehir tarzı, ister gölet, ister deniz kenarı. Korunaklı ve huzur dolu olma özelliğindedir. Devamındaki cümleye gelirsek eğer.
يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا/yenziu anhuma libasehuma
Yenziu kelimemizin kökü "نزع" dır. İlyas Karslı sözlüğünde "söküp çıkarmak" anlamındadır. İsfihanide yazan "Kalbine saplanmış oku çıkarmak gibi, bir şeyi yerinden çekip çıkarmak manasına gelir. Bu kavram; Onur, şeref, itibar için de kullanılır." Bu kelimenin elbise çıkarmak için kullanılmasının saçma olduğu baya bir âşikardır. Kalbe saplanan oku söküp çıkarmak. Dışta, yapışık olanı değil, içte olanı çıkarmak.
Kullanımlar da "Görevden atmak, marangozun çiviyi tahtadan çıkarması" gibi kullanımlardır. Bu kelimenin elbise soymak gibi bir şeyde kullanılması imkansızdır zaten. Ama bizim meal yazarlarımız imkansız tanımazlar. Mantık kuralları istedikleri zaman işler, istemedikleri zaman işlemez! Kuran üzerine çalıştıklarına, bütün çabalarını verdiklerine canı gönülden inanıyorum. Ama bu çaba anlamak değil yamamak üzerine olmuş. Bu kelime üzerinde daha fazla durmaya gerek yok sanıyorum. "Söküp atmak" anlamı uygun olacaktır.
Anhuma. An harfi ceri bir şeyden veya mekandan uzaklaşma ifade etmek için kullanılır. "İkisinden" denmiştir. Libas kelimesine zaten değinmiştim.
Araf/27
Ey Adem'in sistemine eklenenler! Şeytan, öncü anne babanızı irtibatından söküp atarak gizlilikle korunan yerden çıkardığı gibi sizi de cezbetmesin...
Gerçekten de iki evli kişinin elbisesini birbirine karşı soymak neden bu kadar önemli olsun düşününce. Ve amacı vahiyden mi koparmaktı, elbise mi soymaktı? Neden ceza çıplak kalmak birbirlerine karşı? İlk insan bile değiller ve gerizekalı değillerse eninde sonunda öğrenirler. Saçmalıklar zaten bu meallerde bitmez. Her şey israiliyatın bize sundukları için tabiki. Kuran'a arz ederiz uyarsa alırız dedikleri gerçekte "İsrailiyata arz ederiz, uymasa da uydurup alırız" şeklindeymiş meğerse. Cidden, önce Kuran'ı hadis ve israiliyata göre olmayan manalarla doldurup, o meallerle hadisleri Kuran'a arz etmenin mantığını söyleyebilir mi! Benim kafam bir türlü almıyor. Maalesef beynim mantık sınırları dışına çıkamıyor. Ama onlar o kadar aşmış ki, beyinleri mantığın çok çok ötesinde bir yerde. Bu açıdan tebrik ediyorum. Uydurulan dinden indirilen dine geç(miş gibi yapmaya)meye devam 👏👏👏👏
Mealleri geride bırakıp devam edersek
لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا/liyuriyehuma sev'atihuma
Liyeriyehuma kelimesi "راي/ra-elif-ye" kökünden gelir. "Görmek" demektir. Bir şeyin farkına varmak, bir görüşte olmayı da ifade eder.
Bütün manalar "görmek" üzerinden gelir. İsfihani de şöyle geçer "1-Duyu ve onun yerine geçen şeyle görmek. 2-hayal ve tasavvur işe görmek 3-tefekkür ile görmek(tefekkür, fikirden gelir. Bir fikirle görmek.) 4-akıl ile görmek" şeklindedir. Bir şeyin ilerisini görmeyi ifade eder. İbni Faris'te "Gözün bakışlarıyla görmeye veya basiretle(ilerisini anlama) bakma ya dalalet eder." Bu kelimede başına "li" edatı eklenerek "için" anlamı verilmiştir. Buraya "anlatmak için" manası daha doğru olur. Sev'atihuma kelimesine detaylıca değinmiştim. Kötülük somut şekilde görülmez, anlaşılır. Burada göstermek istediği ise, Adem nebi ve eşi değil. Biraz geri gidip Araf 17 ayetine bakarsak mealden bile amacın ne olduğu anlaşılır.
Araf 17 Erhan Aktaş meali
Sonra, ant olsun ki onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve Sen onların çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın
Araf/27
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Şeytan, öncü anne babanızı kötülüklerini anlatmak için irtibatlarını söküp atarak gizlilikle korunan yerden çıkardığı gibi sizi de cezbetmesin...
إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ/innehu yerakum huve kabiluhu min haysu
İnnehu/ kesinlikle o demek. Yerakum "görürler", manasında. Huve ise "o" eril zamiri.
Kabile ise aslında "kabul etmek" ten gelir. Bir şeye önem vermek, öncelik vermek anlamında da kullanılır. Kabile de. Önceliği olana denir. Buraya "yandaş" anlamı vermek yerinde olacaktır. Yandaş dediğin öcelik verip hep yanında olana denir. Kabile de zaten daima yanında duran ve öncelikli olana denir. Min haysu ise "yerden" anlamında gelir. Buraya kadar geldikten sonra geri kalan manalar çokta farklı olmayacaktır. Gerisinde çarpıtmaları gereken bir durum olmadığı için problem görmedim fazla. Toparlayıp anlam verirsek.
Araf/26
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Elbette size; kötülüklerinizi gizleyecek, uygun güzelliğe getirecek irtibatı olduğu gibi ulaştırdık, yani zarardan korunma irtibatı. İşte bu tercihe layık güzelliktir. İşte bu Allah'ın kesin işaretlerindendir. Böylece aklınızda tutarsınız.
Araf/27
Ey Adem'in sistemine eklenenler. Şeytan, öncü anne babanızın kötülüklerini anlatmak için(cezbederek) irtibatlarını söküp atarak gizlilikle korunan yerden çıkardığı gibi sizi de cezbetmesin. Kesinlikle o ve yandaşları sizi göremediğiniz yerden görürler. Biz kesinlikle şeytanları güvenmeyenlerin yakın destekçileri yaptık.
Görüldüğü üzere ayetin elbise soymakla bir ilgisi yok. Şeytanın amacı da elbise çıkarmak değil. İdeolojilerimizden, Kuran'dan başka herhangi bir kaynaktan ne kadar uzaklaşırsak Kuran'a o kadar yaklaşırız. İsrailiyata bulanmış mealleri okuyarak Kuran'a ulaşacağını zannetmek yanılgıdır. Genelde "meal okumayalımda hocaların görüşlerine mi mahkum olalım?" derler. Bu şunu demeye benzer. "Pazardan meyva almayalım da çiftçiye mi mahkum olalım?" Zaten meyveler çiftçiden geliyor. O meallerde o insanların israiliyat ve hadislerden anladıklarıdır. Evet Kuran'dan değil. Neden Kuran olmadığını gördük. Hocaların yorumları zaten mealler, bir farkı yok. Sen buna rağmen mealde meal diye tutturursan zaten kimse zorlamıyor. Ama senin Kuran değil, yanlış olduğunu bile bile Kuran yerine koyduğun hoca yorumlarına baktığını kabul et. "Arapça öğrenirken Kuran'dan uzak mı kalalım?" Derler. Sanki okuduklarının Kuran ile bir alakası var. Neyse bu laf daha da uzar gider. Kısacası israiliyata yamamaya çalıştıkları ayetin sadece Kuran'a bakarak ulaştığım sonucu bu. Benim anlattığımda Kuran değil Kuran'dan bütün çabalarımla çıkardığım sonuçtur. Kuran kesinlikle benim verdiğim anlamlardan daha fazlasını taşır. Kesin olan şey bu insanlardan daha isabetli olacağıdır. Şimdilik benden bu kadar, selametle hacılar.
Yorumlar
Yorum Gönder